RÜYA
Belde halkı el
birliği ile irili ufaklı kiremit çatılı evleri Kızılırmak’ın hemen yanı başına boylu boyunca serpiştirdiler. Aradan geçen uzun zamanla birlikte, Kesikköprü beldesi İç Anadolu’da Heciban aşiretine bağlı Kürt
köylerinin Roma’sı oluverdı. Bütün maviliği ve güzelliği ile
kırmızı toprakla sıvalı belde evlerine paralel süzülüp geçen Kızılırmak, bu yerleşim diyarına apayrı
bir güzellik ve ihtişam kattı. Çevredeki diğer Kürt
köylerine kıyasla, Kesikköprülü her bireyin gözünde o dillere destan güzide beldeleri, insanına
gurur verir. Çok gelişmişliği ve ihtişamı ile zaten ayrıcalıklıdır.
Gün gelir, yolunuz düşer de diğer Kürt köyleri olan Tepe, Küçükcamili, Büyükcamili,
Bektaşlı, Dalkıranlar ve Kuyular’a da gelmişken uzanayım derseniz güzergahınız hatırı sayılır bir yükseltiyi kıvrımlı bir yolu aşmakla başlar. “Ziyaret” olarak
adlandırılan tepeye çıktığınız vakit, Kesikköprü muhteşem güzelliği ile artık
ayaklarınızın altındadır. Evler taştan örme büyük avlular ile çevrilidir.
Kızılırmak'tan esen tatlı rüzgar bu geniş avlulardaki zerdali, elma, erik, dut, iğde, badem ve kiraz
ağacı dallarını, taşıdığı ağır meyvelerle gücünün el verdiğince sallar. Onlarca çeşit kuşun cıvıltıları
dört bir yanı harmoni halinde bir anda alabildiğine kaplar. Uçsuz bucaksız buğday-arpa-mısır-ayçiçeği tarlaları, güzelim kavun-karpuz bostanlarının gözünüzün alabildiğine görebileceği devasa bir alana yayıldığını şaşkınlıkla görürsünüz.
Ziyaret Tepesi' nden elinizi uzatmanız halinde adeta yılan kıvrımları ile süzülen Kızılırmak'ın coşkulu mavi sularını parmağınızın bir hareketi ile dalgalandırabilir, ağaç dallarını çırpabilir, tarlasında herk yapan Süleyman'ın zorlanan traktörüne bir el atabilir, belki de evlerin kiremit çatılarını usulca okşayabilirsınız. Sokakta top oynayan çocukların kaçan topunu el yordamı ile alıp, verebilirsiniz. Göz hakkı deyip kan kırmızısı bir karpuzu bağdaş kurup, Kesikköprü manzaralı iştahla yiyebilirsiniz. Tandır damında yufka ekmek yapan Döne'nin sönmek üzere olan çalı çırpı ateşini, bütün nefesinizi toplayıp, avurtlarınızı iyice şişirmenin ardından bir üfleme ile yeniden harlandırma işi de payınıza düşebilir.
Yeşillik, sıralı boy boy marketler, ırmak, su, baraj, kulüp, postane, gelişmişliğin diğer belirgin göstergeleri bir arada yer alınca, yerleşim yerlerinin ihtişamı Kesikkörülüyü konum gereği diğer köylere göre, haliyle biraz daha mağrur kılar. Belde insanı güzellikler diyarının bir mensubu olmasının getirisi ile kendisini oldukça ayrıcalıklı hisseder. Örneğin O’nun çişinin üstüne, haşa başka bir çiş yapılamaz. Yapılacaksa da bunun sadece başka bir Kesikköprülü tarafından icra edilmesi gerekir. En büyük Kesikköprü’dür ve başka büyük asla yoktur!
Ziyaret Tepesi' nden elinizi uzatmanız halinde adeta yılan kıvrımları ile süzülen Kızılırmak'ın coşkulu mavi sularını parmağınızın bir hareketi ile dalgalandırabilir, ağaç dallarını çırpabilir, tarlasında herk yapan Süleyman'ın zorlanan traktörüne bir el atabilir, belki de evlerin kiremit çatılarını usulca okşayabilirsınız. Sokakta top oynayan çocukların kaçan topunu el yordamı ile alıp, verebilirsiniz. Göz hakkı deyip kan kırmızısı bir karpuzu bağdaş kurup, Kesikköprü manzaralı iştahla yiyebilirsiniz. Tandır damında yufka ekmek yapan Döne'nin sönmek üzere olan çalı çırpı ateşini, bütün nefesinizi toplayıp, avurtlarınızı iyice şişirmenin ardından bir üfleme ile yeniden harlandırma işi de payınıza düşebilir.
Yeşillik, sıralı boy boy marketler, ırmak, su, baraj, kulüp, postane, gelişmişliğin diğer belirgin göstergeleri bir arada yer alınca, yerleşim yerlerinin ihtişamı Kesikkörülüyü konum gereği diğer köylere göre, haliyle biraz daha mağrur kılar. Belde insanı güzellikler diyarının bir mensubu olmasının getirisi ile kendisini oldukça ayrıcalıklı hisseder. Örneğin O’nun çişinin üstüne, haşa başka bir çiş yapılamaz. Yapılacaksa da bunun sadece başka bir Kesikköprülü tarafından icra edilmesi gerekir. En büyük Kesikköprü’dür ve başka büyük asla yoktur!
Her
köyde olduğu gibi Kesikköprü’de de belirgin, saygın şahsiyetler mevcuttur. Bu
kişiliklerden biri de, zamanın medreselerinde eğitim görmüş İç Anadolu’nun
filozoflarından, tartışma götürmeyen bilge kişiliği, bilgisi ve donanımı ile Heseni Qıleri’dir. Kendileri oldukça
mağrur bir kişiliktir. O’nun bu gururunun sebebi, Kesikköprü’nün Kızılırmak’ın
yanı başında yer alması, zümrüt yeşilliği, marketlerinin veya postanesinin olmasından dolayı
değildir. Bunlar olması gereken ufak teferruatlardır. Heseni Qıleri’nin gözünde,
insanların cehaleti, bilgi ve donanım fukaralılığına karşın, kendisinde var
olagelen birikimi, ilim ve irfan; O’nun mağrur olması için yeterli bir
nedendir.
Kimseyi
beğenmediği gibi, aynı zamanda herkes ile de kavgalıdır. En büyük kavgaları
Kesikköprü’ye imam olarak atanan hocalarladır. Hocaların dini bilgileri, Heseni
Qıleri’nin nezdinde yok denecek seviyededir. Kur’anı bırakın yorumlamaları,
okumaları dahi sorundur. Duaları yanlış okurlar ve anlamlarından bihaberdirler.
Hutbeye çıkıp vermeye çalıştıkları vaazın içeriği bir fındık kabuğunu
doldurmaz. Devletten ve cemaatten yok yere para alırlar. Devlete ve millete
hiçbir getirileri yoktur.
En çok
da Ali Hoca adlı bir hocaya kafayı takmış durumdadır. Hoca ile her konuda
alabildiğine ters düşer. Hocadan biti kadar haz etmez. Elinden gelse bir kaşık
suda, olmadı Kızılırmak’ın boncuk maviliğindeki sularında bir çırpıda boğar.
Ölüsüne de dönüp bakma gereği duymaz.
Ali
Hoca da Heseni Qıleri’ye hasımdır. O da oturduğu her cemaatte kendisini neden
sevmediğinden yakınır. Kimi zaman hatırı sayılır insanları Heseni Qıleri’ye
aracı olarak gönderir. Aradaki husumetin kalkmasını, kendisine saygısı
olduğunu, oturduğu her yerde kendisini karalamasının yakışık almadığını
aracıları vasıtası ile iletir. Ancak Heseni Qıleri huzuruna varan aracının
saygınlığı ne denli büyük olursa olsun, bildiğinden şaşmazç Bir dirhemlik olsun ödün
vermez. Var olan husumetini inatla sonuna kadar sürdürür. Mağrurluğunu insanın
gözüne soka soka bir şova dönüştürür. Kendisi dahil olmak üzere, herkes ile kavgalı
olmaya devam eder.
Ali
Hoca bunaltıcı bir yaz günü, çevre köylerde yine saygınlığı su götürmeyen bir
dostunu elçi olarak Heseni Qıleri’ye gönderdi. Heseni Qıleri gelen ara bulucuya
misafirperverlikte kusur etmedi. Allah ne verdiyse ikramlarda bulundu. Fakat Heseni Qıleri, aracı vasıtası ile kendisine iletilen defne dalını elinin tersi
ile itti. Dalgalanan barış bayraklarına dönüp bakmadı. Tez elden ziyaretçiyi
gönderdi. Hayvan sevgisi çok olmasına karşın, ak güvercinleri sapan taşı
yağmuruna tuttu.
Elçinin
çıkması ile Heseni Qıleri de evinden hızlı adımlarla ayrıldı. Meydanda bulunan
Demokrasi Parkının yanında yer alan ve siyah taş duvarları ile daha çok bir
hapishaneyi andıran camiye doğru acele adımlarla seğirtti. Aklında Ali Hoca ile
karşılaşmak vardı. Ellerini kendisine bol gelen kahve rengi kadife pantolonun
örttüğü kıçının üst kısmında kenetleyip, cami ile park arasında volta atmaya
koyuldu. Ali Hoca çok geçmeden cemaatten Veli ve Qımis ile birlikte karşıdan
sökün etti. İki kişinin daha olması da Heseni Qıleri için arayıp da bulamadığı
bir ortamdı.
Ali
Hoca karşıdan hasmının kendisine doğru gülümseyerek geldiğini görünce, yüreğine
tatlı bir ürperti yayıldı. Yüzünü mutluluk kapladı. Ara bulucu olarak
gönderdiği dostu, nihayet kendisini ikna etmişti demek. Aradaki buzlar eriyecek
ve kendisi hiçbir muhalifi olmadan bu güzel belde de sorunsuz-gül gibi geçinip
gidecekti. Bu kez olmuştu. Artık barış çubuğunu tüttürebilirlerdi. Yanında yer
alan Veli ve Qımis ile birlikte hızlı adımlarla hasmına doğru yürüdü.
Heseni
Qıleri kıçının üst tarafında sıkıca kenetlediği ellerini çözdü. Önce selam
verdi. Veli ve Qımis’e dönüp hal hatır sordu. Aynı soru kendisine yönelince Ali
Hocanın sesi çatallaştı. Şaşırdı. Kulaklarına inanamadı.
“Allah
razı olsun, şükür iyiyim. Siz de iyi misiniz Hasan ağabey?”
“İyiyim…
Sağ ol.” demekle yetindi. Sağ elinin ayası ile Ali Hocanın omuzuna dokundu.
“Yahu
Ali Hoca, ne diyeceğim. İnanmazsın dün gece rüyamda seni gördüm.” Ali Hocanın
gözleri parladı. Yüzüne yayılan mutluluk pembeliğini arkadaşlarına göstermek
istercesine dönüp onlara baktı.
“Hayırdır Hasan ağabey. İnşallah iyi bir rüyadır.”
“Hayırdır…
Hayır. Güzel bir rüya. Rüyamda seninle çok sıkı fıkı arkadaş olmuşuz. Aramızdan
su dahi sızmıyor.”
“Ne
güzel Hasan ağabey. Neden olmasın ki. Size karşı olan saygımın ne denli büyük
olduğunu biliyorsunuzdur herhalde. Bilginiz, ilim ve irfanınıza diyecek yok
maşallah. Peki daha sonra ne oldu?” Ali Hoca’nın yanında bulunan Veli ve Qımis
de ilginç bir rüya olacak diye, hayli şaşkınlığın ardından Heseni Qıleri’ye
doğru kulak kabarttılar.
“Ne
diyordum? Evet çok iyi iki arkadaşız. Gece karanlığında birlikte güle oynaya
bir yere gidiyoruz. Sohbetimizin ise tadına diyecek yok. Biraz daha yol aldık
ve karanlıkta her ikimiz de yan yana kazılmış iki ayrı kuyuya düşüyoruz. Hayli
telaşlanıyoruz. İlk paniklemenin ardından kendimize geliyoruz. Ne olup
bittiğini anlamaya çalışıyoruz. Tabi birbirimizi de merak etmiyor değiliz. Çok
geçmeden sen bulunduğun kuyudan bana bağırıyorsun. Tıpkı şimdi dediğin gibi: Hasan ağabey… Ben bir bal kuyusuna düştüm. Lakin benim halım hal değil. Nasıl
söylesem bilemiyorum. Utancımdan sana söylemeye dilim varmıyor. Ali Hoca ben de
bir bok kuyusuna düştüm diyemiyorum.” Bu sırada Heseni Qıleri heyecanlı
anlatımına biraz ara verip soluklandı. Ali Hoca ve yanındakilerin yüzlerinde
yer alacak olan ifadeyi çok merak ediyordu.
Ali
Hoca’nın yüzündeki gülümseme iyice büyüdü. Gözlerinin derinlerine doluşan
mutluluk al bir mendil alıp, halaya durdu. Kendi kendisine duyulmayacak şekilde
söylendi.
“Gördün
mü? Etme bulma dünyası. Sen misin bana bu kadar kötülük yapan. Allah’ın sopası
yok ya. İşte seni böyle alır, bok kuyusuna atar. Oh olsun.” Bütün bu
mırıldanmaları duymayan, ama O’nun neler düşündüğünü anlamakta zorluk çekmeyen Heseni Qıleri rüyasını kaldığı yerden yeniden anlatmaya koyuldu.
“Bulunduğumuz
kuyulardan her ikimiz de çıkmak için uzun süre çabalayıp durduk. Uğraşılarımız
sonuç verdi ve kuyulardan en nihayetinde, dışarı çıkmayı her ikimiz de
başardık. İşin şaşılası tarafı; çıkar çıkmaz sen gelip, benim üstümü başımı
yalamaya başladın, ben de senin. Hayırlara vesile olsun ama dün gece böyle bir
rüya gördüm.” Heseni Qileri sözünü bitirmek üzereydi ki, Ali Hoca olayın nereye
vardığını hemen anladı. Yüzünün ifadesi tamamen değişti, allak bullak oldu.
Çehresine mutluluktan yayılan allığın yerini kömür karalığı aldı. Hiddetlendi,
ama kendisine bir hoca olarak hakim olması gerektiğinden güçlükle sakin olmaya
çalıştı. Veli ve Qımis ellerini çırpa çırpa gülmekten kendilerini
alamadılar. Bu sırada neredeyse günün yirmi dört saati çalışmaktan yılmayan
Ömeri Hemo da, yeni aldığı nar kırmızısı Massey Ferguson marka traktörü ile
motor gürültüleri eşliğinde tarladan geliyordu. Ortada ilginç bir şeylerin
olduğunu sezmekte gecikmedi. Selam verip traktörü onlara yakın durdurdu.
Merakla gelip, Qımis ve Veli’ye neden güldüklerini sordu. Heseni Qıleri hiç bir
şey olmamış gibi istifini bozmadan, mağrur başını iyice gökyüzüne dikti.
Gözlerini cami minaresinin zirvesi ile buluşturdu. Ellerini bu kez biraz daha
kıçının yakınında koruma altına alırcasına sıkıca kenetledi. Ömeri Hemo’ya selam
verip, evine doğru aheste aheste yürüdü. Yine 2-0 öndeydi.
Görünen o ki; Demokrasi
Parkına sahip bu güzel beldenin yer aldığı ülkeye gerçek demokrasinin gelmesi, Ali
Hocanın da yüreğine; kendisini daha huzurlu hissedeceği bir mutluluğun
konuşlanması, oldukça uzun bir zaman alacağa benziyordu.
Demokrasi
Parkında banklarda oturan Kesikköprülüler eli kulağında olan hasat zamanını,
tarlalarından ne kadar ürün alacaklarını, gübre ve mazot fiyatlarının dur
demeyi bilmemesini ve evlendirme çağına gelen çocuklarına yapacakları düğünleri
konuşuyorlardı. Dar boğazdaki ekonominin getirisi gırtlaklarına kadar olan
borçlarını düşündüklerinden, düştükleri girdaptan başlarını kaldıramıyorlardı.
Heciban köylerinin Roma’sı Kesikköprü’de ne yazık ki, o şen şakrak
“Mediterrane” coşkusu yoktu. Pizza, pasta, lamburusco şarapları ve espresso
kahveleri Hecibanların Roma’sında tüketilmiyordu.
Amsterdam, 18 Mart 2017