MEVTA’DAN “ŞİRİNCE
MEKTUBU”
"Şerefle bitirilmesi gereken en
ağır görev, hayattır."
Alexis de Tocqueville
Alexis de Tocqueville
Bir
ilk olduǧuna inandıǧım, ama büyük bir gizlilik içinde, Araf’tan ara
ara gönderdiǧim bu mektuplar, kimilerinin de MevtaLeaks olarak
adlandırdıǧı yazışmalarımı, bir final mektubu ile sonlandırmıştım.
Tahmin edeceǧiniz gibi, bulunduǧumuz mekanın hassas konumundan dolayı yazmak, kısmen
de olsa bilgileri, ünlü ajan Arabistan’lı Lawrence olup, dışarı sızdırmak
oldukça riskli. Dünyada bulunduǧum, o çok kısa sayılabilecek zaman biriminde,
doǧrusu “diǧer dünya” olarak da adlandırılan ve nasıl bir yaşamın sürdürüldüǧü,
bizleri nelerin beklediǧini ve karanlıkta kalan olup-bitenler merakımı devamlı
cezp etmişti. Bu konuda aktarılan bilgiler malumunuz. Ben
de “Karınca kararınca” olan dimaǧımı meşgul eden ve beynimde oldukça
yoǧun bir alanı kaplayan soru işaretlerinden, her an arınmayı istiyordum.
Encamımızın ne olacaǧını çok merak ettiǧimden; çoǧu çirkin sakallı, cübbeli,
külahlı ve kimi badem bıyıkları ile sırıtarak gülümseyen, auraları sönük,
ufukları alabildiǧine dar kişiliklerden pek çok lakırdı dinledimse de, olur olmaz uyduruk korkular salan, izansız ömür
törpüleyicilerine, sabun olup köpürmemek elde deǧil. Yıllarca hep bir şeyler
sandıǧımız, bir şey olmayanların yükünü taşıdık. Yalan yanlış uydurmaları ile
gündemde kalmayı, her ne hikmetse, her daim başarabilenleri, aslında
kaale almamak lazım. Burada yaşadıklarımdan sonra, anlatılan onca katranlı,
hareli – alevli, dayaklı, tecritli cezaların doǧruluk payının
olmadıǧına, bizzat tanıklık ederek gördüm. İyi ki görüp yaşadıklarımız, Dünyada
çirkin üsluplu kişiler tarafından söylenenlerin çok uzaǧında.
Burada cezalandırmaya dair herhangi bir şeye henüz şahit
olmadık. Bir ara Araf’da ikamet ettiǧim bölgenin az ilerisinde yapılan köprüyü,
bize anlatılan “Sırat Köprüsü” olarak algıladıysam da, daha sonra bunun başkaca
bir çalışma olduǧunu anlayınca; yüreǧimin atışları dindi, ödüm de yerli yerinde
durarak, bir şeylerime karışmadı. Daha önce de ilettiǧim gibi, uzun bir bekleme süreci
yaşıyoruz. Bu bizden önce ne kadar sürdü, bundan sonra da nasıl bir zaman
dilimini alır, bilemiyoruz.
Dünyadan
yeni birilerinin geldiǧini görüp veya duyduǧumuz zaman oldukça garip duygulara kapılıyoruz. Ölüm sonrası buraya gelen, eğer bir yakınınız veya
tanıdıǧınız ise, yüreǧinizi acımtırak buruk bir tat kaplıyor. Bir yandan artık
o kişi ile birlikte olabileceǧımize sevinirken, diǧer yandan da O’nun çok
sevdiǧi, tırnaǧı, dişi ile tutunduǧu yaşamdan koparılmasının hüznünü bütün
kalbinizde hissedersiniz. Çünkü hayat olumlu olumsuz, acı-tatlı bütün
koşullarına raǧmen vazgeçilmezdir, yaşamak güzeldir. Eli kolu baǧlı, biçare,
onca seveninden ayrılmak, sevdiklerini olabilecek en büyük üzüntülerin ve
acıların içinde bırakmak hiç de kolay deǧildir. Sevdiǧim bir Laz şarkısının
sözleri hala aklımda;
“Sevduǧum sigaranı
Ne of çeker içersin.
Al beni da yanuna
Ne hasretluk çekersin.” Sevdiǧini herkes
yanı başına çaǧırabilir. Ama biz ne gariptir ki bunu yapamıyoruz. Bu çok büyük
bir kötülük olur. Dedim ya, dünyada yaşamak, bütün sıkıntılarına,
adaletsizliǧine, sefaletine raǧmen çok tatlıdır.
On
gün kadar önce, dünyadan iyi tanıdıǧım bir arkadaşım geldi. Tesadüfen
kendisi ile sokakta karşılaştık. Tuhaf – karmaşık duygular yaşadım. O’nu
gördüǧüme, yüreǧimin bir tarafı çok sevinse de, diǧer yanı acılar içinde
kıvrandı. Kendisini büyük bir memnuniyetle evime buyur ettim. Yemek, çay ve
kahve derken, geç vakte kadar oturup, derin sohbetimizi iki kadeh şarapla
taçlandırdık. Anılarımızı aktarıp, ortak dostlarımızın kulaklarını çınlattık.
Söz arasında, dostum, Dünyada bu sıralarda Maya Takviminin gündemde
olduǧunu anlattı. Bu takvime göre 21 Aralık tarihinde kıyametin kopacaǧını ve
insanlardan bazılarının buna inandıklarını, canını çok sevenlerin, kıyametten
uzak kalacak olan Şirince Köyü’nde, bu felaketten sıyıracaklarını zannettiklerini söyleyince, beni de bir
şüphe sarmadı diyemem. Böylesi bir durumda, Dünya insanlıǧına yazık olacaktı.
Ailem, akrabalarım, arkadaşlarım ve milyarlarca insan buraya gelecek demekti.
bu ihtimali göz önüne getirip, hazırlık yapmak gerekecekti. Evde büyük bir
yiyecek stoǧu yaptım. Yeni yataklar ve eşyalar aldım. Hummalı bir çalışma ile
hazırlıklarımı elimden geldiǧince yaptım. Eve çiçekler, karıma elbiseler,
çocuklarıma oyuncaklar aldım. Ne kadar kötü bir durumla karşı karşıyaydım. Sevdiklerimin ölümüne, diǧer taraftan kavuşmamıza
sevinmeli miydim, yoksa üzülmeli miydim. Her iki duyguyu yüreǧime yük
ederek, hazırlıklarımı tamamladım. Beklenen
gün gelip, çattıǧında iki hissi birden taşıyan yüreǧim aǧzımda, dakika dakika
bekledim. Gelen giden olmadıǧına göre, kıyamet kopmamıştı. Kalbimin
hafiflediǧini görüp, uçacak gibi oldum. Ahh.. Çok şükür, Mayaların mayası bozuk çıktı. Sevdiklerim ve bütün
Dünya insanlıǧı, çok sevdikleri hayatı, bir süre daha güç koşullarda olsa
dilediklerince sürdürecekler.
Maya’ların
takvimi de ıskalayınca, yüreğimizdeki kıpır kıpır bir büyük ferahlıkla, bizler
de Araf’daki bir nevi mültecilik olarak da adlandırabileceǧimiz yaşantımıza, devam
ediyoruz. Kaç haftadır Neşet Ertaş’ı görebilmek için, etrafı kolaçan edip, bunun
olanaklarını araştırıyorum. En nihayetinde izine rastladım ve gidip, kendisini gördüm. Saǧolsun, beni büyük bir hürmetle
evine buyur etti. Aynı bozkırın insanlarıyız ne de olsa. Konuşma yerine, daha çok sazının tellerine dokunup, onu dile getirmeyi tercih etti. Oturduǧu sandalyede
sazının üzerine eǧilip, o yürek daǧlayan sesi ve sitem dolu sözleri ile avaz avaz bozlaklarını söyledi. İliǧi
öpülesi güzellikteki bu insan, sesinin güzelliǧi ile yüreǧimi iyice sarıp,
sarmaladı. Eski günlerime gidip, bütün hücrelerimle, olabildiǧince güzel bir
nostalji yaşadım. Bardaǧın hep dolu tarafından bakan bu insanın farklı sesini, çokça göresim geldiǧini anladım. “Ay dost” adlı bozlaǧı yüreǧi dolu dolu seslendirmeden önce,
gözleri doldu. Kalpten süzen melodiler, kalbime
işledi. Paketteki son sigara gibi bir tat.
“Kaç
zamandır burada olmama rağmen, babam Muharrem Ertaş’a henüz ulaşıp, mübarek
ellerinden öpmedim. Küskündü bana. Kendimi nasıl affettireceǧimi
bilemiyorum.” derken, o yürekleri lime lime eden parçaya girdi. Göz
yaşlarımın pıtır pıtır akmasına engel olamadım.
` Neşet
Ertaş’tan minnetle ayrılırken, kapı aralıǧında biraz daha
lafa tuttu. Adeta gitmemi istemiyordu. Yapayalnızdı. O’nun bu ürperti veren
sessizliǧini, bir dost olarak paylaşacaǧıma dair, kendi kendime söz verdim. Büyük
ozana acımamak elde deǧildi. Burada daha çok yeniydi, alışamamıştı. Ama zamanın
her derde deva olduǧu kavramı, burada da geçerliliǧini sürdürmeye devam
edecekti. Yeni gelenlerin anlatımlarında, kendisinin ölümünden sonra, “kör
olmayan gözlerinin bademleştleştirildiǧini” anlattı. Yaşamı boyunca
çok horlandıǧını, çoǧu kişi tarafından insan yerine dahi konulmadığını. Dünyayı
yüreǧi küskün terk ettiǧini söyleyip, serzenişte bulundu. Kendince oldukça
haklıydı.
Uǧruna
yıllarca mücadele edilen, baskılara, insan onurunu alaşaǧı eden işkenceye maruz
kalınan, hapis yatan ve ölen insanlık; düşlediǧi adaleti, eşitliǧi, barışı,
insanca bir yaşama kavuşmasına, pespayeler zorbalıkları ile engel oldu. Daha
önceki mektuplarımda da bazı konulara deǧinmeye çalıştım ama, yine de bu
diyarda nasıl bir yaşam sürdürdüǧümüzü merak ettiǧinizi sanıyorum. Biz bir
çeşit komünal bir yaşamı idame ediyoruz, desem, sizleri yanıltmamış
olurum. Herkes aynı olanaklarla, eşit, barış içinde, kardeşçe yaşıyor. Kimsenin
çalışmasına gerek yok. Yemeklerimizi dahi hazırlayıp, pişirmemize gerek yok.
Bütün yemekleri günün her saatinde, her mahallede bulunan belirli depolarda,
gündüz veya gece fark etmeksizin, istediǧiniz kadar saǧlayabilir, besin gereksiniminizi giderebilirsiniz. Yiyecekler Dünyadakiler ile çok benzerlik gösterse de, Araf’a özgü pek çok besin,
meyve ve sebze de bulunmaktadır. Meyvelerden, muşmulayı andıran “zirdanik”, yemeklerden bol baharatlı, geyik etinden yapılan “şillo”
kebabı ve "balcin" tatlısı favorilerim arasında. Elbise, mobilya ve diǧer ev aletlerini de aynı
şekilde, var olan depolardan edinebilirsiniz. Tek sıkıntımız, yaşanan
belirsizlik. Ne olacaǧımızı bilemediğimiz bir
bekleyiş ki, dudaklarımızın kıyıcıklarında buruk gülümsemeler biriktirmekten başka yaptıǧımız pek bir şey yok denebilir. Bu şimdiye deǧin yüz binlerce yıl sürdüǧü gibi, bundan sonra da ne kadar
süreceǧi belirsiz. Maya takviminde belirlenen günü duyduǧumuzda yüreǧimiz
keder ve sevinç doluluǧu ile aǧzımıza geldiyse, çok şükür beklenen olmadı.
İnsanlar bütün kökleri ile baǧlandıǧı topraklardan koparılmadı. Bu haberi
kitleler, büyük bir coşku ile karşıladı. Herkes günlük istihkakları olan iki
kadeh içkisini bir çırpıda yudumlayıp, kutlamalara katıldı. Hepimiz rahat bir nefes aldık.
Dünyalılara, Hayyam’ın bir şiirini, hoşgörünüze sıǧınarak, kıssadan
hisse çıkarmalarını saǧlık verip, hatırlatmak isterim.
Keder seni bağrına basmak mı ister,
hadi ordan, çek arabanı, de.
Boş sıkıntılara kaptırma günlerini.
Yutmadan bedenini toprak
ne kitabı bırak, ne çayır çimeni.
Hele yârin dudağını, sakın ha,
ta son güne dek.
hadi ordan, çek arabanı, de.
Boş sıkıntılara kaptırma günlerini.
Yutmadan bedenini toprak
ne kitabı bırak, ne çayır çimeni.
Hele yârin dudağını, sakın ha,
ta son güne dek.
Unutmadan, daha önceki yazışmalarımda da sözünü ettiǧim, çok
sevdiǧim İran’lı komşum - dostum Samet’in selam ve sevgilerini de unutmadan
ileteyim. Saygılarımla…
Mevta Mevtaoǧlu
Araf, 24 Aralık 2012