16 Aralık 2014 Salı

ÖDÜNÇ YUMURTALAR


ÖDÜNÇ YUMURTALAR

Her insanın ayrı bir dünya olduğu söylenegeldiği gibi, yine her insanın gizemli bir hikayesinin varlığı dillere pelesenktir. Bu uygun anlar, ortamlarda ve derin muhabbetlerde tekrarlarla, altı itinalı çizilerek dile getirilir. Tek tek etrafımızdaki bireylere baktığımızda, bunun gerçekten de böyle olduğunu görürüz. O nedenle; her canlının üzerinde kendince dik durmaya çalıştığı dünya, içine milyarlarca dünyayı tıkış tıkış sığdırır. Bu noktada, dünya insanlığının farklı duyguları, hırsları, tutkuları, birbirinden tepeden tırnağa, olaylara bakışında, düşünme tarzlarında, ilgi alanlarında ve diğer pek çok konuda değişkenliği vardır. Var olan ayrıcalıklar, düşünülüp, göz önüne getirildiğinde, bu başınızın dönmesine yeter de artar ki, güzel ve muhteşem olan da aslında bu benzemeyişlerdir.
İtalya’nın en büyük ressam, heykeltıraş, şair ve bilginlerinden biri olan Michelangelo 1501 yılında yapımına başladığı ve dört yıl boyunca gecesini gündüzüne katarak başardığı, beş buçuk metre boyundaki kral Davut heykeli ile tarihe adını büyük kratlı pırlantaları yan yana tek tek dizdirerek, yazdırmayı başardı ve ölümsüzleşti. Michelange’ya ölümsüzlüğü getiren bu eser, aynı zamanda Dünyanın yapılan ilk çıplak heykelidir. Heykel insan anatomisinin en ince detayları açısından alabildiğine kusursuz ve pürüzsüzdür.
Michelangelo, aynı muhteşemlikte olan Musa adlı eserini bitirdikten sonra, çekici ile devasa yapıtının dizine hızla vurur ve “konuşsana” diye haykırır. Davut Heykelinde mermer ötesindeki o dudak uçuklatan inanılmaz gerçekliğini görenler, şaşkınlıklarını gizleyemezler. Bu harikulade figürü, bu denli büyük bir mermerden nasıl çıkardığını şaşkınlıkla soranlara;
“Ben sadece bu mermer kütlesi içindeki figürü gördüm ve O’nu özgür bırakana kadar etrafını yonttum.” diye yanıtlar.
Günümüze değin bin bir çekiç darbesi ile yontulup, hayat verilen taş ve mermerlerle devam edecek olursak, bir Davut ve Musa ihtişamındaki diğer bir eser ise, Romalı Plinius’un dünyanın en güzel heykeli olarak gördüğü  Afrodit’tir. Bu bilinen bir öyküdür. Afrodit Akdeniz coğrafyasının, kadın gibi kadın olanıdır. Bu büyülü heykelin yaratıcısı, çok uzağımızda değil, ötede bir koşu, "üç ödünç yumurta" alıp geleceğimiz yakınlıktadır, Atina’lı Praksiteles'dir.
Datça yakınlarında Knidos’da, tepelerinde hoş sarı bir sıcağın hakim olduğu bir gündür. Praksiteles çok sevdiği, bugünün deyimi ile “kankası” bir ressam arkadaşı ile sahilde bir yandan içkilerini yudumlarken, aynı zamanda da sanat içerikli koyu bir sohbete dalmışlardı. Aniden, hemen tepelerindeki manastırdan rahibelerin koşturarak denize doğru kahkahalar atarak geldiklerini gördüler. Rahibeler suya ulaştıklarında elbiseleri ile bedenlerindeki bunaltıdan kurtulmak için hemen maviliğe daldılar. Rahibelerden biri, vücudunun muhteşemliğinden emin olmuş olacak ki, O üzerindekileri bir fazlalık görüp, derin sulara çıplak olarak kendisini attı. Praksiteles gözlerine inanamaz, şaşkınlıkla kocaman açılan gözlerinin önündeki bu güzelliğin, bu muhteşem vücudun heykelini mutlaka yapması fikri, o an beyninde şimşek gibi çakar.
Ertesi gün soluğu manastırın kapı tokmağını hızla vururken alır. Telaşla baş rahibeden, çıplak rahibenin heykelini yapıp yapamayacağını sorar. Bunu rahibenin kendisine sorulması gerektiği yanıtını alan Praksiteles, hemen orada O’nu buna ikna eder ve bu göz kamaştıran detaylardaki inanılmaz güzelliğin heykelini yapmaya başlar.
Zaman zaman çekiç seslerine ara vererek, çok merak ettiği hikâyesine de dikkatle kulak verir. Her insanın olduğu gibi, O’nun da bilinmeyen bir hikayesi vardır. Rahibe bir adam öldürdüğünü ve mahkemenin kendisini idama mahkum ettiğini anlatır. Karar anında, avukatı hemen kendisinin yanına gelerek, üzerinde bulunan elbiselerini hızla yırttıp, mahkeme heyetine O’nun anlatılamaz güzellikteki vücudunu gösterir. Ve yargıçlara avazının çıktığı kadar yüksek bir sesle bağırır;
“Vicdanınız bu eşsiz memeleri yok etmeye razı gelecek mi?” Bu gencecik kızın memelerinin inanılmaz-muhteşem güzelliğini gören yargıçlar, aynı anda yaptıkları yeni bir değerlendirme ile O’nun ömür boyu bir manastırda kalmasına karar verirler, Praksiteles eserini Knidos Afroditi diye adlandırır. Bir mermer kütlesinden, bu hazin hikayesi olan rahibenin heykeli çıkmış olur.
Nazım da bizim topraklarımızda yetişmiş “kelimelerin romantik heykeltraşıdır”. Nazım’ın da her şiiri birer afrodit heykeli güzelliğindedir. Büyük şair “güzel güneşli günlerin görüleceğini” vaat ettiği “nikbinlik” adlı şiirinde şu satırlara yer verir.
“Uuuuy! Çocuklar kim bilir
Ne harikuladedir
300 kilometre giderken öpüşmesi”.
Şimdiye değin üç yüz kilometre giden veya aynı anda öpüşen, kaç kişi vardır bilemiyoruz. Ama Nazım’in bu konuda da elbette bir bildiği vardır. Görülen o ki; dünyayı içinde barındırdığı dili, ırkı, dini, kültürü ve bütün farklılıkları ile kabul eder, güzel bir dünyanın gereksiz fazlalıklarından arınması ile sağlanacağında hem fikir olursak, beyinlerimizden ırkçı, şoven ve milliyetçi duyguları silip atarsak, belki de üç yüz kilometre giderken öpüşmenin vereceği hazda bir yaşantıyı da yakalamış oluruz. Çok dini bütün günler yaşadığımız bu dönemde, yazıyı da, bu atmosfere uygun bir dua ile kapatmak gerekir, aksi halde abesle iştigal etmiş oluruz.
“Tanrı bütün dünya insanlığına, üç yüz kilometre giderken öpüşmenin tadında bir dünya nasip eylesin. Amin!”

Not: Bu arada ekonomik kriz günleri içindeki komşumuz Atina’dan ödünç aldığımız yumurtaları da (gizlenen bir ekonomik krizi yaşayan bizler), unutmadan geri verirsek iyi olur.

Amsterdam, 16 Aralık 2014











  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KORKU

      KORKU   “Elimde değil Olric! Ne efendimiz? Elleri Olric elleri…”   Oğuz Atay - Tutunamayanlar   Fırtınalı bir denizin da...