7 Aralık 2014 Pazar

ORTA DİREK

Foto: Judith van den Blond

ORTA DİREK

Büyük Camili Köyü’nden Hayderi Hecike’nin önceleri limon sarısı, şimdilerde ise kurbağa yeşili olan, iki katl
ı evinin avlusunda yer alan tandır damının tavanından onlarca yıldır, bir tavan direği bir metreye yakın dışarı doğru, ne ile karşılaşacağını kestiremeden, ikircikli bir eda ile boynunu kabuğundan dışarı çıkartan bir kaplumbağa misali uzatır. Bilinen o ki; binayı yapan Laz usta olmadığı halde, bu uzantı nedendir bilinmez. Burası bir Kürt köyü olduğuna göre, binayı yapan da, olsa olsa Laz ustadan pek de geri kalmayan bir Kürt usta olsa gerek.
Onlarca yıldır bu direk yağmur-çamur, yaz-kış derken, artık ömrünün son demlerini yaşayıp çürümeye yüz tutsa da, henüz tamamı ile, teslim bayrağını açıp, yerlere düşmedi. Ömür törpüleyen zamana ve iklim koşullarına  miadı dolana değin, boyun eğmeden karşı koymaya, direnişini taçlandırmaya, olanca benliği ile inadım inat; “Nuh deyip, peygamber demeden” devam ediyor.
Yaz mevsimleri genelde kurak geçen bu bozkırda, kazara yağan yağmur sonrasında nemlenip, tam kurtlanacağı sırada, apansız çıkan; insanın içini, kemiklerini, beynini ve yüreğini sımsıcak ılıtan, süzme halis balı andıran ışıl ışıl güneş, direkteki bütün ıslaklığı alıp, O'nu çürümekten kurtarıyor.
Gün oldu, Heyderi Hecike ailesi bu direğin bir işe yaraması gerektiğini düşünüp, O’na bir misyon yüklediler. Öyle ya, boş yere miskince boynunu uzatıp, durmak olmazdı. Küçük bahçeyi sulamak için tandırın yanındaki kuyudan su çekildikten sonra, mesela üzerinde “Komili” yazan tenekenin ipi ile ortalıkta dolanıp durmasına gerek yoktu. En iyisi tenekeyi, kullanım sonrası bu direğe asmaktı. Böylelikle tandır damının direği de bir işe yaramış olacaktı. Tandır damının direğinin bilinen ikinci bir işlevi daha vardı. Kimi zaman ne yapacaklarını bilmeden sıkılan Heyderi Hecike'nin ve komşu çocukları tenekeyi alıp, bir kenara bıraktıktan sonra direğe iki tarafından kalın bir kendir bağlayıp, üzerine de bir minder koyarak kurdukları bu ilkel salıncakta sallandılarsa da, O bütün çocukları kurşun gibi ağırlıkları ile memnuniyetle sırtladı. Küçük sayılan bu insanların büyümeleri için, çocukluklarını doyasıya yaşamaları gerekiyordu. O nedenle, bir kez dahi “offf” demeden, çocuklar eğlenirken, O da büyük haz alıp, hep tatlı tatlı gülümsedi.
Zamanla Komilinin tenekeciği paslanmaya yüz tutsa da, üzerinde yer alan zeytin resimleri daha iştah kabartan cinstendi. Bir an için düşünüp, zihnimize bir takım soru işaretleri ile rahatsız edecek olursak, bu tenekenin unutulmaya yüz tutmuş olan geçmişine de bakmış oluruz. Nereden çıktı şimdi, işimiz gücümüz yok da Heyderi Hecike’nin evindeki direkte asılı olan tenekenin tarihini mi araştıracağız diyenler olabilir, elbette. Tandır damının direğini merak edip, araştırdığımıza göre, buna asılı olan tenekeyi de, bildiğimiz kadarı ile bu konuda da biraz olsun kafa yormamız gerekli dersek, herhangi bir yanılgıya düşmemiş oluruz.
Kim bilir bu “çeşm-i siyah” zeytinler, Ege’nin hangi güzel insanları tarafından yetiştirildi, hangi emektar eller tarafından özenle, narin dallarından koparıldı, işçilerin alın terleri karıştı, yağı çıkarıldı ve bu tenekeye hapsedildi. Derken günlerce süren bir yolculuğun akabinde Camili Köyüne getirildi. Kimler tarafından yemeğe “katık”yapıldı ve iştahla yendikten sonra, hangi beşerin midesindeki isyanı güzellikle bastırdı.
Günlerden bir gün; Komili’nin riviera zeytinyağı tenekesine Heyderi Hecike tarafından kulp takıldı, kendirler bağlandıktan sonra, taş duvarlı kuyuya gürültülerle boş indirildi, su ile doldurulmuş olarak binlerce defa çıkarıldı. Heyderi Hecike'nin karısı Zewe’nin öbekler halinde ektiği yeşil soğan, tere, maydanoz, domates, salatalık ve diğer sebzeler, her defasında bir güzel sulandı. Tavuğa, horoza ve köpekleri Karabaş’a su verildi. “Kuçelere sular serpildi, yar gelende toz olmasın deyi”. Yar geldi mi gelmedi mi bilemiyoruz, ama her iki ihtimalde de sular serpildi. Tenekeciğin kaderinde Camili Köyü’nde Heyderi Hecike’nin evinde faydalı olmaya ve işlevini bir başka alanda sürdürmeye devam etmek varmış. Her işlevinin ardından, çürümeye yüz tütmüş asırlık olmasa da, geçmişi onlarca yıla dayanan bu direğe kulpundan asıldı. Bu teneke yıllardır burada asılıp, Komili’nin reklamını yaptığı halde Camili Köyü’nden Heyderi Hecike delikli bir kuruşluk reklam parası almadı.
Diğer yandan, dünyamızı sarıp sarmalayan acımasız sistem; insanları önceleri, fakir, orta direk ve varsıl olarak bildiğiniz gibi üçe ayırmıştı. Daha sonra bu sayının çok olduğunu düşünmüş olmalı ki, en iyisi bu kutuplaşmayı ikiye indireyim, arada uzlaşıcı bir taraf gibi görünen orta direk olmayıversin demiş olmalı. Aralarında gayri insaniliğin hat safhası olarak görülebilecek uçurumla bu iki rakip, birbiri ile didinip, dursun. Öyle iki arada bir derede, ne üdüğü belirsiz bir taraf olan orta direk falan da olmayıversin. Bütün güç, donanım ve baskı araçları da varsılların elinde olduğuna göre, yoksulun vay haline. Zengine, sefa içinde hayat sürdürdüğü, fakiri inim inim inletip, sömürdüğü "karada ölüm" zaten yoktu.
Kaplumbağa her defasında boynunu tehlike anında sert ve desenli kabuğunun içine çekse de, Camili Köyünde Heyderi Hecike’nin evinin tandır damının tavanından dışarı sarkan direk, bir kez olsun korkuya kapılıp, “ağır abi” olarak da adlandırabileceğimiz, evini sırtında taşıyan hayvan misali kafasını içeri doğru çekmedi. O her daim, kendisine yönelik bütün saldırılara karşı direndi. Özünden, tandır damının orta tavan direği olmaktan bıkıp usanmadı, kendisi olmaktan zerre kadar ödün vermedi. Öyle ya; "direnmek yaşamayı da beraberinde getiriyordu", değil mi?.




Amsterdam, 7 Aralık 2014


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KORKU

      KORKU   “Elimde değil Olric! Ne efendimiz? Elleri Olric elleri…”   Oğuz Atay - Tutunamayanlar   Fırtınalı bir denizin da...