CİN
“Benimle gelme kıçım, kokuyorsun…”
Batman yöresinde, halk arasında kendisini çok beğenen, bir nevi
megalomanlar için söylenegelen bir söz. Bu sözün, onlarca yıldır var olan
yasaklılığını, henüz yeni gerilerde bırakan Kürtçe dilindeki vurgusu, elbette
ki, daha çok “yuvarlanan bir taş olup, gediğine oturuyor”. Her taş yerinde
ağır olduğu gibi, sözcükler de, doğup, kök saldıkları dillerde ve
kültürlerde bir o kadar yerinde ağır oluyorlar. Kimi zaman başka dillerde
kabak tadı verdiği de olur. Bu bütün dünya dilleri için böyledir, bilinen
o ki sözcüklerin başka dillerde aynı tadı vermediğidir. Ama yine de, insanlığa
verilmek-ulaştırılmak istenen mesajlar, imgeler,
melodiler, anlatımlar, şiirler, roman ve öyküler başka
dillere de aktarılıp, yereli aşıp, dünya yüzeyinde paylaşılmalı, belli
coğrafyalara hapsedilmemelidir. Dünya Shakespeare, Dostoyevsky, Gogol,
Tolstoy. Marques, Nazım, Ahmet Arif, Yaşar Kemal, Victor Hugo, Balzak, Stendal
ve diğer binlerce değerin ufuklarının genişliğini doyasıya kucaklamalı ve
bihaber olup, bu nahoş fakirliği yaşamamalı.
Aylar önce bir aile dostumuzdan bu sözü ilk duyduğum zaman, önce epeyce
gülümsedim, güldüm ve akabinde üzerinde uzun uzun düşündüm. Evet, söz her ne
kadar o bulutlarda gezinen narsizmin dozunu aşanlara yönelik, ironi
mahiyetinde söylense de, başka alanlarda da pekala kullanılabilir ve yerinde bir
kullanımla o taş yine yuvarlanıp, gediğine oturur.
Teşbihte hata olmayacağı her zaman dile getirilir. Ülkemizde de güzelim
insanımıza kene misali yapışmış, adeta insanımızın kokan kıçı durumunda olan,
atsan atılamayan, satsan satılamayan, “dur ve olduğun yerde kal, benimle gelme”
diyemediğiniz gerici, ırkçı, şoven, milliyetçi, “tek tekçi” ve
faşizan yapılanmalar, her daim hatırı sayılır bir oranda var oldu. Milyonlarca
insan beyninde yer alan “faşinismus” hastalığının etkisi ile başka ufukları
aralamadan, insani, aydınlık, güneşli ve güzelim düşüncelere kendisini daha da
“kemikleşerek” tamamı ile kapatıyor. Karamsarlığa yer yok. Elbette ki, bu ülke
de gebe olduğu aydınlık yarınları, sancılarını çeke çeke
doğuracaktır. Satsan satılmaz derken, insanın aklına hemen etrafımızda
onca gerici yönetimleri olan ülkenin mevcudiyeti takılıyor. Yapışık hale
gelmiş, hiç te sevgili olmayan katran karası gericiliğimizi,
milliyetçiliğimizi, ırkçı ve faşizan yapılanmalarımızı, bu oldukça
olumsuz oluşumları veya diğer adı ile kokan kıçımızı, “yahu… Sevgili İran,
Arabistan, Libya, Yemen ve diğer gerici yönetimlerin bulunduğu ülkelerin
yöneticileri, bu bizdeki kokan kıçı artık istemiyoruz, size daha çok lazım
deyip, satamıyorsunuz.” Kıç yine bize yapışık kalmaya devam ediyor ve de çok
kötü kokuyor. Bu ülke insanının bu konuda artık bir şeyler yapmasının zamanı
elbette geldi ve geçiyor da. İnsanımız bu kıllı kıçı kesip atamadığına göre,
hiç değilse bu kokulardan arınması, temizlenmesi gerekmiyor mu? Bu berbat kokudan
kurtulmanın, aydınlık yarınlara erişmenin tek yolu da, her olumsuzluğun
panzehri yediden “seksene” köklü bir eğitimden geçtiğidir.
Bu güzelim insanlar, insan midesini bulandıran iğrenç kokuları kendilerine
daha fazla reva görmemeli. İnsanımızın kaderi kokuşmuşluklar, kokarcalar,
küfler ve irinler olmamalı. Medeniyetler beşiği Anadolu’nun, Mezapotamya’nın
kadim halklarının payına düşen, aydınlık, insani bir yaşam,
hoşgörü, eşitlik, kardeşlik, renklerin güzelim harmonisi, adalet,
kardeşlik, barış ve güzellikler olmalı.
Bu nedenle şişeden bir cin çıksa ve “ey Türkiye halkları, benden üç şey
dileyin, ne dilerseniz dileyin”, dese; Türkiye halklarının atıp, satamadıkları
kıçlarından yükselen kokuların bertaraf edilmesi
için, gayrık kokulara yeter diyen insanımızın; “eğitim-eğitim-eğitim”
diye bağırması gerekiyor.
Evet; taşıdığımız kıç kokuyorsa, “Benimle gelme kıçım, kokuyorsun” diye de
söylemeli, bağırılmalı ve kovulmalı. Hele de bulunduğumuz seçim
arefesinde.
Amsterdam, 26 mart 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder