4 Nisan 2015 Cumartesi

ÇOCUK



ÇOCUK

Henüz çocuktum, ufacık tefecik, hem de çokça çocuk bir çocuktum ben.
O minik çocuk yüreğinde, ezici yükü; “ah canım” duygu olan, hassas bir çocuktum ben.
Her beşer gibi, kalbine korku salındığı zaman ürperen, tir tir titreyip korkan, dokunsanız hıçkırıklar ile hüngür hüngür ağlayan, dipsiz kuyular derinliğinde hüzünlenen, güzelliklerin en minnacık kırıntısında dahi ağız dolusu kocaman kocaman gülmesini bilen,  gök kubbede yankılanan kahkahalar atan, “değmeyin keyfine” diyeceğiniz türden mutlu ve aman Allahım ne çok çocuk bir çocuktum ben.
Pür telaş ayakları birbirine dolanan, koşturduğu saklambaç oyununda sürekli tökezleyip "sobelenen", gizlendiği yerde kaybolan, belli ki zavallı çokça çocuk bir çocuktum ben.
Ağaç yoksunu İç Anadolu bozkırında, dünyaya aşık, gölgesi, güvenilir bir dala bağlı salıncağı olmayan, maviş gökyüzüne ayaklarını olabildiğince salamayan, çokça çocuk bir çocuktum ben.
Kendisine yeterli gelecek güneş misali sımsıcak olan sevginin arayışında, kestane rengi gözlerinde sevginin taşımı ile dünyaya bakan ufak tefek bir insandım ben.
Sır perdeleri ile sımsıkı kapalı, iri memeli “Fahriye Ablaları” olan, platonik aşklarının mağrur sahipliğinde, acımtırak “baklasını dilinin altında hayli iyi saklayan” sır küpü-ketum, aman Allahım ne denli utangaç, çokça çocuk bir çocuktum ben. 
Rengi, dili, kimliği, halkının binlerce yıla dayanan Mezopotamya kültürü kabul görmeyen, üstelik hor görülen, hassas yüreğine korkular serpiştirilen, anadilini konuşamayan savunmasız Kürt bir çocuktum ben.
Hiçbir oyuncağı, kalbinin derinliklerindeki tatlı esintili rüzgarlarda süzülmesine bıraktığı, kuyruğu rengarenk bir uçurtması, sarı, mavi veya kırmızı bir boncuk misketi olmayan bir miniktim ben.
A at, C ceviz, E elma, F fındık ve M masası, yalnızca yırtık alfabe kitabında olan, çokça çocuk bir çocuktum ben.
Beyaz, kırmızı, mavi, yeşil ve sarı renkli bayramlık elbisesi, pırıl pırıl parlayan cilalı bağcıklı bir çift kundurası, elinde çilekli dondurması, horoz şekeri, kaşık kaşık muhallebisi, parça parça çikolatası, uçarcasına bineceği bisikleti olmayan çokça çocuk bir çocuktum ben.
Ellerinden tutacağı, tertemiz giyimli dedesi ve ninesi olmayan, mutlu gözlerle bir çocuk parkına gidemeyen çokça çocuk bir çocuktum ben.
Kömür karası karanlık gecelerin kollarına kendini bırakmak üzere, başını yastığa koyduğu zaman, korku dolu rüyalarla kaplı derin uykulara dalmadan önce, ne “vak vak ördek”, ne de “cuf cuf tren”  hikayelerinin, anne veya babası tarafından uyku öncesi yüksek sesle okunmadığı, gökten üç elmanın kazara bir tanesinin dahi düşmediği, inli-cinli, perili, canavarlı, cadılı ve devli, ama sonunda mutlaka “muradına erilmiş” olan masalların anlatılmadığı, bir türlü “kerevete  çıkıp” bağdaş kurup, oturamayan küçücük bir bireydim ben.
Belki de çoğu zaman; yüreğinde kıpır kıpır büyük umutlar tomurcuklandıran, olmadı “suyun akıp yolunu bulmasını” bekleyen, belki de kendince kaderci bir çocuktum ben.
Şimdilerde bahtına düşen ömür payını, olabildiğince büyük güçlükler ile hazin çocukluğunun çok ilerisine taşımış, yarım asrı çoktan devirmiş, yaşı kabarık sayılı, ama yüreği tek rakamlı yaşlarda kalan, hala büyümek nedir bilmeyen bir çocuk muyum, ben?
Çoğu giden, azı kalan ömrün bundan sonrasında “Beni kör kuyularda merdivensiz, denizler ortasında yelkensiz, beni bensiz, beni sensiz bırakanlar” ne olur olmayıversin. Belki de her şeye karşın, büyük bir çocuk kalmakta direnen, uslanmak nedir bilmeyen biri miyim ben?
Büyüme küçülmeyi getirmesin, insani güzellikler ile bezeli çocukluğu gerilerde kalsa da, yaşının büyüklüğünde de; yüreğinde kine, nefrete, ırkçılığa, savaşa, adaletsizliğe, renkler arasında ayrımcılığa, korkuya, şiddetin her türüne yer vermeyen, hor görmeyen-görülmeyen, açlığın, eğitimsizliğin olmadığı, çocuk yürekli bir çocuk kalmayı yeğleyen, yetişkin kirliliğinin olabildiğince uzağında emekleyen bir bebek kalmak isteyen biri miyim ben?
Sevgiye bin bir den de fazla kapısı, penceresi sonuna kadar açık, kocaman yürekli, çocuk bir yetişkin olmak isterim ben.
Ve o kocaman güzelim çocuk yürek, dünya yuvarlağının her santimetre karesinde, artık barışın hakim olmasından başkaca ne der? Ağız dolusu, her şeyden önce salt sevgi, der!



Amsterdam, 4 Nisan 2015


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KORKU

      KORKU   “Elimde değil Olric! Ne efendimiz? Elleri Olric elleri…”   Oğuz Atay - Tutunamayanlar   Fırtınalı bir denizin da...