ÇOCUK
Henüz çocuktum, ufacık tefecik, hem de çokça çocuk bir çocuktum ben.
O minik çocuk yüreğinde, ezici yükü; “ah canım” duygu olan, hassas bir
çocuktum ben.
Her beşer gibi, kalbine korku salındığı zaman ürperen, tir tir titreyip
korkan, dokunsanız hıçkırıklar ile hüngür hüngür ağlayan, dipsiz kuyular
derinliğinde hüzünlenen, güzelliklerin en minnacık kırıntısında dahi ağız
dolusu kocaman kocaman gülmesini bilen, gök kubbede yankılanan kahkahalar
atan, “değmeyin keyfine” diyeceğiniz türden mutlu ve aman Allahım ne çok çocuk
bir çocuktum ben.
Pür telaş ayakları birbirine dolanan, koşturduğu saklambaç oyununda sürekli
tökezleyip "sobelenen", gizlendiği yerde kaybolan, belli ki zavallı
çokça çocuk bir çocuktum ben.
Ağaç yoksunu İç Anadolu bozkırında, dünyaya aşık, gölgesi, güvenilir bir
dala bağlı salıncağı olmayan, maviş gökyüzüne ayaklarını olabildiğince salamayan, çokça çocuk bir çocuktum ben.
Kendisine yeterli gelecek güneş misali sımsıcak olan sevginin arayışında,
kestane rengi gözlerinde sevginin taşımı ile dünyaya bakan ufak tefek bir
insandım ben.
Sır perdeleri ile sımsıkı kapalı, iri memeli “Fahriye Ablaları” olan,
platonik aşklarının mağrur sahipliğinde, acımtırak “baklasını dilinin altında
hayli iyi saklayan” sır küpü-ketum, aman Allahım ne denli utangaç, çokça çocuk
bir çocuktum ben.
Rengi, dili, kimliği, halkının binlerce yıla dayanan Mezopotamya kültürü
kabul görmeyen, üstelik hor görülen, hassas yüreğine korkular serpiştirilen,
anadilini konuşamayan savunmasız Kürt bir çocuktum ben.
Hiçbir oyuncağı, kalbinin derinliklerindeki tatlı esintili rüzgarlarda
süzülmesine bıraktığı, kuyruğu rengarenk bir uçurtması, sarı, mavi veya kırmızı
bir boncuk misketi olmayan bir miniktim ben.
A at, C ceviz, E elma, F fındık ve M masası, yalnızca yırtık alfabe
kitabında olan, çokça çocuk bir çocuktum ben.
Beyaz, kırmızı, mavi, yeşil ve sarı renkli bayramlık elbisesi, pırıl pırıl
parlayan cilalı bağcıklı bir çift kundurası, elinde çilekli dondurması, horoz
şekeri, kaşık kaşık muhallebisi, parça parça çikolatası, uçarcasına bineceği
bisikleti olmayan çokça çocuk bir çocuktum ben.
Ellerinden tutacağı, tertemiz giyimli dedesi ve ninesi olmayan, mutlu gözlerle
bir çocuk parkına gidemeyen çokça çocuk bir çocuktum ben.
Kömür karası karanlık gecelerin kollarına kendini bırakmak üzere, başını
yastığa koyduğu zaman, korku dolu rüyalarla kaplı derin uykulara dalmadan önce,
ne “vak vak ördek”, ne de “cuf cuf tren” hikayelerinin, anne veya babası
tarafından uyku öncesi yüksek sesle okunmadığı, gökten üç elmanın kazara bir
tanesinin dahi düşmediği, inli-cinli, perili, canavarlı, cadılı ve devli, ama
sonunda mutlaka “muradına erilmiş” olan masalların anlatılmadığı, bir türlü
“kerevete çıkıp” bağdaş kurup, oturamayan küçücük bir bireydim ben.
Belki de çoğu zaman; yüreğinde kıpır kıpır büyük umutlar tomurcuklandıran,
olmadı “suyun akıp yolunu bulmasını” bekleyen, belki de kendince kaderci bir
çocuktum ben.
Şimdilerde bahtına düşen ömür payını, olabildiğince büyük güçlükler ile
hazin çocukluğunun çok ilerisine taşımış, yarım asrı çoktan devirmiş, yaşı
kabarık sayılı, ama yüreği tek rakamlı yaşlarda kalan, hala büyümek nedir
bilmeyen bir çocuk muyum, ben?
Çoğu giden, azı kalan ömrün bundan sonrasında “Beni kör kuyularda
merdivensiz, denizler ortasında yelkensiz, beni bensiz, beni sensiz bırakanlar”
ne olur olmayıversin. Belki de her şeye karşın, büyük bir çocuk kalmakta direnen,
uslanmak nedir bilmeyen biri miyim ben?
Büyüme küçülmeyi getirmesin, insani güzellikler ile bezeli çocukluğu
gerilerde kalsa da, yaşının büyüklüğünde de; yüreğinde kine, nefrete,
ırkçılığa, savaşa, adaletsizliğe, renkler arasında ayrımcılığa, korkuya,
şiddetin her türüne yer vermeyen, hor görmeyen-görülmeyen, açlığın,
eğitimsizliğin olmadığı, çocuk yürekli bir çocuk kalmayı yeğleyen, yetişkin
kirliliğinin olabildiğince uzağında emekleyen bir bebek kalmak isteyen biri
miyim ben?
Sevgiye bin bir den de fazla kapısı, penceresi sonuna kadar açık, kocaman
yürekli, çocuk bir yetişkin olmak isterim ben.
Ve o kocaman güzelim çocuk yürek, dünya yuvarlağının her santimetre
karesinde, artık barışın hakim olmasından başkaca ne der? Ağız dolusu, her
şeyden önce salt sevgi, der!
Amsterdam, 4 Nisan 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder