6 Şubat 2016 Cumartesi

YALNIZLIĞIN SENFONİSİ




YALNIZLIĞIN SENFONİSİ

“Yalnızlığım yollarıma pusu kurmuş beklemekte
Acılar gözlerini dikmiş üstüme nöbette
Bekliyorum bekliyorum bekliyorum
Hadi gelin üstüme korkmuyorum
Yalnızlığım yollarıma pusu kurmuş beklemekte
Acılar gözlerini dikmiş üstüme nöbette
Bekliyorum bekliyorum bekliyorum
Hadi gelin üstüme korkmuyorum.”
                                   Sezen Aksu
Yapayalnızdı O. Her yönü inişli çıkışlı altmışlı yaşları aşan, hercai ömrünü; art arda ve üst üste düşen domino taşları gibi çarçabuk devirdi. İnce sızılar halindeki acıları ile yek başına kalakaldı. Yalnızdı O. Bütün yaşamı boyunca, arayıp durduğu bulamadığı ruh ikizi idi. Bir gün olsun, apansız yükselen pırpır bir kalp çarpıntısı ile fellik fellik aradığım “işte bu O” diyemedi. Hayatında ürperti veren, tüylerini şaha kaldıran ölü sessizliği, boşluk ve acımtırak burukluk her anında beraberinde oldu. Umut ibresi bulunduğu yerde hafif bir titreşim gösterip, harekete geçmedi. Kıtlık yıllarının ambarları gibi bomboş olan kalbi, bilmediği avuçların içinde ezilip sıkıldıkça sıkıldı. Anlatılamaz katran karası bir duygu idi bu. Yalnızdı O.
Son çare belki de tılsım tutar deyip, kendisine ait insan boyundaki, metrelerce uzunluktaki uçsuz bucaksız ağlama duvarlarının diplerinde, olmadı olabildiğince yüksek olan tepelere çıkıp, çocuklar gibi gözlerini yummasının ardından, avazı çıktığı kadar “elma… elma…” diye bağırdığı da oldu. Ama her ne hikmet ise, bir yerlerden çıkıp gelen, diyarına uğrak veren, sorup sual eyleyen, istemlerine uygun birileri olmadı. Nafile. “Armut” demekten her daim kaçındığı halde, aradığı bulunmaz insan, zulasının derin dehlizlerinde bugüne değin kalmayı yeğledi. Yalnızlık koynundan çıkmazı, kapısından eksilmezi oldu O’nun. Sevdiği bir cana hasretini, eğilip kulağına fısıldayacağı birileri yoktu ve yalnızlığı pamuk yumağı bulutlarda idi . Kim bilir, kıyametini getirecek olan, O’nun bu hercümerç yalnızlık duyguları idi.
Her nereden duydu ise, idolü olan, belki de şimdi adını telaffuz etmek istemediği yazarlardan birinin söyledikleri, var olan aklını yıllar yılı başından alıverdi. Ne demişti, ah demez mi olaydı dersiniz, ama arayışının şiarı ve aynı zamanda mihenk taşı oluverdi bu deyiş.
“Dünyanın en harikulade varlığı, güzel göğüslü zeki bir kadındır.” deyip, büyük konuşmuştu, adını sanını hatırlamadığı kişi.
Bir bedende aradığı her iki olmasa olmaz kıstası, bir arada bulamadı. Birisini bulsa diğerinden eser yoktu. Olmadı. Yolunun kesiştiği kadınlar; O’na göre ya güzel bir et yığını veya zeki, kurnaz ve kafasında kırk tilkinin cirit attığı birileri olmaktan daha ileri gitmedi. Aradaki orantı uçurumlardan farksızdı. Hayatını dilediği gibi biri ile doyasıya paylaşıp, yaşam oburu olamadı. “Armudun sapı, üzümün çöpü” deyip, “ince eleyip sık dokurken” sonunda gelip, çakılı kaldığı noktada yapayalnız kalmaya mahkum oldu O. Böyle olunca da, her geçen gün yeni bir yaprağını gövdesinden düşürüp, eksildikçe eksildi.
Mahalle bakkalı Mıçı Dayı’dan aldığı yumurtalar dahi çift sarılıydı, Mıçı Dayı da yalnızdı. Ama sattığı yumurtaların sarıları kol kola girip, yalnız olmadıklarını suratına haykırıyorlardı. Burnuna buram buram kokan yumurtalar, tereyağında kızarınca daha fazla dayanamadı. Ve çavdarlı ekmeğinden bir parça koparıp, çatalına batırdı, sonrasında kayısı kıvamındaki çifte sarılara tek tek bandırdı, damaklarında hissettiği lezzet harikaydı. Bu tat sarıların birlikteliğinden mi geliyordu, diye düşünmeden edemedi. O yalnız, mahalle bakkalı Mıçı Dayı, güneş, yıldızlar, dağlar, Ağrı dağının yamacında tırmanmaya çalışan yaşlı kaplumbağa, mavi bir çizgi halindeki okyanuslar, Kaf dağının ardındaki prenses, “yalnızlığı insanlarla dolu” olan Kafka ve bulutların ardındaki mekanında, gizli-saklının kâr etmediği, herşeyi bilen, gören, duyan Tanrı yalnız.
Beyninde saplantı haline gelen bu kriterler olmasaydı, bu girdabın uzağında kalacağı için belki de oldukça kasvetli olan yalnızlığı, bu denli katmerli olmayacaktı. Görünen o ki, bir laz türküsünde dile getirildiği gibi;
“Bu dünyada fayda yok öteki de şüpheli.” Şu an hala bulunduğu diyarda aradığını bulamayacak gibi. Olur ya bir yanlışlık eseri, dosyasında bir karışıklık olur da, cennete yolu düşse, orada da kendisine sunulacağı vaat edilen kırk huride arayıp, bulamayınca, Tanrıya elinin tersi ile gerisin geri gönderecek miydi?
Oysa aradığını bulsaydı, hani zekasının doğrultusunda, estiğin son kertesinde, güzel göğüsleri ile ceylanlar misali seken bir kadını olsaydı, cenneti dünya denilen bu gezegende, şimdi ve peşin yaşayacaktı. Kendisini salt kendisi ile paylaşmayacaktı. Ufuklara doğru derinlemesine dalıp gitmeyecekti. Hayatı sürekli kopuşlardan ibaret olmayacaktı. Umutsuzluk, değersizlik, anlamsızlık ve boşluk duygularına zerre kadar yer olmayacaktı. Ama şimdilik O yapayalnız ve bu dünyadan hala fayda yok, bir diğeri de şüpheliydi. Ve;
"Sen açık renkli Acem halısısın, yalnızlık ise çıkmayan Bordeaux şarabının lekesi. Yalnızlığın Fransa'dan taşınmış, yaranın acısı Ortadoğu'dan gelmiştir. Kadınsız erkekler için, dünya çok geniş, keskin ve ağır bir karışımdır, tıpkı ayın arka yüzü gibi."  der, Haruki Murakami.

Amsterdam, 6 Şubat 2016




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KORKU

      KORKU   “Elimde değil Olric! Ne efendimiz? Elleri Olric elleri…”   Oğuz Atay - Tutunamayanlar   Fırtınalı bir denizin da...