14 Ocak 2017 Cumartesi

MESAFE






MESAFE
         
          Bahar; insanı kımıltısız durduğu yerde hoplatıp sevinçle göklere uçuran, büyük bir müjde olup arı, çiçeği ve böceği ile çıkageldi. Camili Köyü bir kez daha yavaş yavaş devasa genişlikte zümrüt renginde ipek  bir çarşafa büründü. O güzelim yeşil bütün tonları ile dört koldan, hışımla sökün etmesini nasıl da “takdire şayan” bir şekilde bildi. Bahar mevsiminde yeşil daha bir yeşil ve zümrüttü. Güneş binlerce elinin yordamı ile bir çırpıda kar beyazı olanca bulutu derleyip, toparlayıp bir kıyıcığa itti. Yeşil panjurlu açık bir camdan iri ve diri göğüsleri sarkan, derin gamzeli körpe bir kız edası ile yeryüzünü gözlem altına almaya koyuldu. 
          Yüreklere tatlı yumuşacık bir ürperti yayıldı. Mutluluktan kömür gözler buğulandıkamaştı. Çiçekler yüzlerini güneşe dönüp selama durdular. Medeniyetler beşiği Mezopotamya’nin kadim halkalarından olan, barbarların dünyadan silmeye çalıştıkları Ezidiler saygı ve şuhu ile yürekleri ağızlarında bu inanılmaz güzellikteki enerjiye yüzlerini dönüp, bildikleri bütün duaları bir çırpıda okudular.
Toprak sayısız kez olduğu gibi yeniden buram buram kokmaya başladı. Dere tepe demeyip her yerde fışkırırcasına filizlenen otlar, ekinler, yoncalar, ebegümeçleri, deve dikenleri, kengerler, çiğdemler, yoğurt çiçekleri, tavşan topuğu, papatyalar, morcalar, destenbeller, menekşeler, nergisler, hardal ve daha binlerce nebat büyük bir dirençle toprağı üzerinden silkelemeler ile çatlatarak atıp, güneşin bin bir renkli sıcak ışınları ile buluştular.
Kum Kent öykülerinin namı diyar kahramanı Kör Zewe’nin geçen yaz tandır damının yanındaki kayısı ağacından kopardığı ve büyük bir iştahla yediği üç kayısıdan arta kalan ve evinin arka tarafındaki küllüğe düşen üç çekirdekten bir tanesi de bu bahar filizlendi. Küçük ve parlak yaprakları ile minik zerdali fidanı küllerin arasından, toprağa köklerini salıp, sıkıca hayata tutundu.
En sevdiklerimizi dahi derinine gömdüğümüz ve üzerine avuç avuç atmak zorunda kaldığımız toprak; insan kulağının duyamayacağı gürültüler ile çatlıyor, ısınıyor ve alabildiğine yeniden bir hayat fışkırıyor. Sıcak ülkelerden dönen turnalar, leylekler ve diğer kuş sürüleri, giderlerken bu diyarlarda geride bıraktıkları yuvalarına sevinç içinde kanat çırparak yeniden dönüyorlar.
Çiğdemler beyaz, sarı, turuncu ve mavi renkli yaprakları ile yeryüzünü dehşetli bir güzelliğe beziyor. Patırtılarla toprağı çatlatan ayrık otlarının arasından karınca sürüleri  sıra halinde yeni yiyecek alanlarını keşfetmek üzere uzun bir yolculuğa koyuldular. Etrafı ne zaman yere konup, yüksek olmayan uçuşlar yapacağı belli olmayan serçelerin melodik cıvıltıları sardı.
Tarla fareleri önceleri arka ayaklarının üzerinde dikelip, etrafta vaziyetin berkemal olup olmadığını kolaçan ettikten sonra, kendilerine yeni sığınaklar eştiler. Köstebekler toprağın altını üstüne getirme ihalesini görev aşkı ile tamamladılar. Kirpiler her fırsatta iğneleri birbirlerine batıp, acı verse de kendilerince ağız tadı ile seviştiler. Kınalı keklikler kayalıklar arasında saklambaç oynadılar. Daha önce yuvası olmayan leylekler yuva yapmak için yüksek yerler aradılar. Sığırcıklar amaçsız uçuşup durdular. Arılar ve kelebekler kondukları her çiçeğin tozlarını ayaklarına, yüzlerine, gözlerine bulaştırıp bir diğer bitkiye taşıdılar. Kuryelik yapan bok böcekleri, kendilerinden çok daha büyük emanetlerini arka ayakları ile yuvarlayıp, teslimatlarını zamanında yaptılar. Kargalar sabahın köründe uyanıp hayvan gübreleri arasında sabah kahvaltısı için arpa tanelerini aradılar.
Harman yerinde arkadaşları; “aman ha...Sessiz ol, köyde uyuyanlar ve hastalar var.” diye uyarsalar da, Kercan eşek yine de kafasını gururla bulutsuz boncuk mavisi boşluğa doğru kaldırıp, uzun uzadıya soluk almadan anırdı. Bu sırada anıran eşeğin tozlu sırtına konan bir arı, kulaklarının hemen dibinde kopan bu gürültünün etkisi ile ödü koptu. Sivri iğnesini kurbanının sırtına batıramadan vızıltılarla uzaklaştı. On metre ileride, annesinin memelerine yapışmış olan yeni doğmuş bir sıpanın sırtına usulca konuverdi..  
Kör Zewe dizlerindeki ağrıları derinden hissederek, tandır damına doğru yol aldı. Kercan’ın anırtısını duyunca, elinde olmadan, “sırası mı şimdi bunun” deyip, harman yerine doğru gören tek gözü ile baktı. Bu saatte Kercan’ın çıkardığı bu gıcık gürültüye bir anlam veremedi. Öğle yemeği için tandır damındaki tereyağından, Konya yapımı, sapında geniş yeşil bir cübbe ve sarıkla, Kızılderili kabile şefleri misali oturan Mevlana’nın resmedildiği tahta bir kaşıkla tabağa doldurdu. Kapıyı hızla çarpıp evine geldi. Balkonda oturup güneşlenen kocası Heyderi Hecike’ye baktı. Heyder bakışları ile “acıktık, hani yemek nerede kaldı?” der gibiydi. Kör Zewe de aynı bakışlarla, “gelip biraz yardim etsen dünya mı kopar, kadın olarak doğdum diye ömrüm boyunca ben mi yemek yapacağım. Bir defa da sen yap.” demekten kendini alamadı.
Heyderi Hecike ve Kör Zewe’nin evlerinin kiremitlerinin arasına yuva yapan Bolpaça Güvercin'in yumurtalarından dört tane yavru, kabuklarını çatırdamalarla kırıp çıktılar. Bolpaça ilk çıkan yavrusuna Kızıl Gaga, ikincisine Gri Kanat, üçüncüsüne Garip ve sonuncu gelene ise Bay Süslü adını verdi. Bolpaça yumurtalarından büyük bir direnç gösterip, başarı ile çıkmasını bilen yavruları ile büyük bir gurur duydu. Bu büyük gün mütevazi de olsa bir kutlamayı hak ediyordu. Daha önce çalı çırpı ile yaptığı yuvasında, mutfak olarak kullandığı iğde dalının altına yığdığı böcek ve çeşitli otlarla bir parti vermeye hazırdı. Köşedeki kiremitlerin altına yuvası olan komşusu Kınalı Güvercin’i ve üç yavrusunu da davet etti. Bolpaça halayın başına geçti, kanadına bir kavak ağacı yaprağı ilistirdi. Komşusu ve minik yavrular ile  evin çatı katında tozu dumana kattılar.
Kör Zewe yer sofrasını çok geçmeden kurdu. Sabırsızlık ile bekleyen kocası Heyderi Hecike’yi ve çocuklarını buyur etti. Bir kaç parça tavuk etinin yerleştirildiği, küçük bir tepeciği andıran bulgur pilavının nefis kokusu daha fazla dayanılır gibi değildi. Yeşil soğanlar da yer sofrasına ayrı bir davetiye çıkarıyordu. Sofraya en son bir süreliğine de olsa ayakta kalmayacağı, ağrıyan dizine bir rahatlama geleceği sevinci ile ömür boyu aşçılık ve ev temizliği mahkumu Kör Zewe de nihayet diz kırıp, oturdu.
Çatı katında Bolpaça’nın partisi de sona erdi. Komşusu Kınalı Güvercin’i ve yavrularını kanatları ile teker teker sıkıca sarıp sarmalayıp, minnettarlıkla uğurladı. Bolpaça’nin dört yavrusu minik gagalarında büyük gülümsemeler ile sağlı sollu cılız kanatlarını sallayıp, koro halinde komşularına “güle güle” dediler.
Dönen dünya ile birlikte, her canlının kendince bir denge içinde bir yaşantı sürdürdüğü bu gezegende, hayvanlar ve bitkiler aleminde düzenli devam edegelen bir dönüşüm, insanda gayri ihtiyari hayranlık uyandırıp, bütün ahengi ile sürüyor. Zat-ı alilerini dünyanın asıl sahipleri olarak  olarak gören insanlar alemi ise, kendi isimleri ile anılan onurlu yaşamdan, insani olmak ile benliklerinin arasına gün geçtikçe daha çok mesafe almaktan alıkoyamıyorlar. Bütün böcekler, solucanlar, otlar ve var olan her şey sadece kendilerinin olsun istiyorlar. Tatminsiz, doymak nedir bilmeyen egolar, insanlar ile insanlık arasındaki mesafeyi her geçen zaman biriminde ayakları ile ilerilere itip, daha bir uzaklara taşürdüler.

Amsterdam, 14 Ocak 2017 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KORKU

      KORKU   “Elimde değil Olric! Ne efendimiz? Elleri Olric elleri…”   Oğuz Atay - Tutunamayanlar   Fırtınalı bir denizin da...