31 Ağustos 2017 Perşembe

KUYRUK



KUYRUK

          Uzun zamandır, uzaktan uzağa, bin bir ihtimamla kollayıp kolaçan ettiğim, rüyalarımdaki ulaşılmaz av nihayet ağzımda. Avımı keskin dişlerimin arasında olabildiğince sıkı tutuyorum. Çok geçmeden ailecek oldukça leziz bir ziyafet çekeceğiz. Şükürler olsun, Tanrı bugün de yüzümü güldürdü. Yıldızlar gibi parlayan gözlerimi mutlulukla kırpıştırdı. Hakkım olan avı; her zamanki gücüm, zekam ve atikliğimle almasını bildim. İştahım adeta bir tavus kuşu gibi kabardı. Ağzımdan salyalar akıyor. İnce, uzun ve biçimli çenemin arasında Camili Köyü’nden Kör Zewe'nin üzerine titrediği, çok kıymetli Mor İbik horozu var. Çok geçmeden, taş çatlasın yirmi dakika sonra Mor İbik'le; değil zil, tam anlamıyla kilise çanları çalan karnımı doyuracağım.
          Mor İbik can havliyle, af edersiniz; kıçını yırtarcasına beyhude “imdat... imdaaat...” diye bas bas bağırıyor. Ortalığı yok yere velveleye veriyor. Kendileri şunu bilmeli ki, benden kurtuluşu yok. Böyle bağıracağını bilsem tek hamlede mor ibikli kafasından yakalardım. Böylelikle “gıkı” dahi çıkmazdı. Bu bana ders olsun. Böylesi cazgır bir horozla ömrü hayatımda ilk defa karşılaşıyorum. Aman Allahım Kör Zewe’nin Mor İbik horozunun canı ne kadar da tatlı. Anlaşılan biraz fazla şımartılmış. Canının tatlılığı zat-ı alilerinin ibiğinin morluğundan mı, geliyor acaba?
          O da ne? Yirmi metre kadar ileride Kör Zewe'nin kocasını görüyorum. Camili Köyünde kimilerinin de Çıtak dediği Heyderi Hecike tüfeğini bana doğrultuyor. Sakınımlı adımlarla, gözlerini belerterek benden yana ilerliyor. Hemen kümes duvarının dibinde soluğu aldım. Heyderi Hecike 'gez-göz ve silme arpacıktan' deyip nişan alana kadar postu deldirmekten kendimi zor bela kurtardım. Korkudan yüreğim ağzıma geldi. Nefes alıp veremiyorum. Dört ayağım birden adeta kötürüm oluverdi. Ama Mor İbik'i de dişlerimin arasında sıkıca tutmaya devam ediyorum. Kendimi bir an önce toparlamam gerekiyor. Bütün gücümü ayaklarıma salıp, her halinden keskin bir avcı olduğu belli olan Heyderi Hecike'nin menzilinden çıkmalıyım. Duvarın dibinden çıkmadığımı görünce nişan almayı bıraktı. Av tüfeğini yavaşça yanına saldı. Kaçmanın tam da anı. Pire gibi bir çırpıda ileri doğru sıçradım. Benim duvar dibinden çıkmamla birlikte, Kör Zewe'nin kocası da tüfeği yeniden bana doğrulttu. Bir el ateş etti. Ama hayli uzaklaştım ve O'nun atış menzilinden çıktım. Mor İbiğin de sesi kesilmişti. Muhtemelen o panikle dişlerimi iyice geçirmiş olacağım ki, o da can vermiş olmalı.
          Hızla yuvama doğru koşturuyorum. Evimiz hayli uzaklarda. Camili Köyü'nün dışında, Qolit Tepesi'nin kuytuluk bir yamacında. Bir civa damlası misali yolumda akıp koşturadururken, ansızın kuyruk kısmımda bir yanma hissettim. Ardımda aynı zamanda bir hafiflik de vardı. Dönüp bakmaya korksam da, merakla baktım. Kuyruğumun yerinde yeller esiyordu. Görünen o ki, Heyderi Hecike'nin av tüfeğinden seken saçmalar kuyruğumu koparmıştı. Bir an durakaldım. Ne yapacağımı şaşırdım. Kuyruksuz bir tilki herkes için alay konusu olmak demekti. Bu halimle karım Maviş'in karşısına nasıl çıkacaktım. Qolit Tepesi'nin maskarası olacak, bütün hayvanlar hep bir ağızdan halime güleceklerdi. Anlaşılan yaranın sıcaklığından, saçmaların değme anını hissedemedim.
          Nihayet yuvama yaklaştım. Kimseciklere görünmemeye çalışıyorum. Kendimden utanıyordum. Karizmam bir gölge misali yerlerde sürünüyordu. Nice kadının hayallerini süsleyen o güzelim kuyruğum Camili Köyü’nde O Kör Zewe'nin kümesinde kalmıştı.
Kuşluk vaktiydi. Yuvamın kapısına gelince ağrı dayanılmaz hale geldi. Kuyruğumu dik tutmalıydım, ama olmayan kuyruk da dik tutulamazdı ki. Kapıda beni karım Maviş, kızlarım Döne, Yeter ve Bese karşıladılar. Ağzımda Mor İbik'i görünce aynı anda arka ayaklarının üzerinde dikeldiler. Ön ayakları ile beni alkış yağmuruna tuttular. Ben çan çalan karnımı unutmuştum. Kuyruğumun yokluğunu göstermemeye çalıştım. Maaile sofraya oturduk. Yüzüme zoraki büyük bir gülümseme oturtmak zorunda kaldım. Kızlarım ve karımın sofradan aç kalkmamaları için dişimi olabildiğince sıkıyorum. Ağzımda bir iki lokmayı yuvarlayıp durdum. İçimde buruk bir mutluluk var. Bir kez daha ailemin karnını doyurmuş olmanın gururu yaşıyorum. Onları şimdiye kadar olduğu gibi kimselere muhtaç bırakmadım, diyerek kendi kendimi avutuyorum. Ama bu defa avlanma bana oldukça pahalıya mal oldu. Deyim yerindeyse, 'ava giderken avlandım.' Ailecek karnımız doydu. Geriye sadece Mor İbik'in gök kuşağı renklerindeki parlak tüyleri kaldı.
          Kuyruk acım yüzüme yansımış olmalı ki, karım Maviş korkuyla yüzüme baktı. Olup biteni anlatmak zorunda kaldım. Kızlarım kuyruksuzluğuma bakıp feryatlarla ağladılar. Çok geçmeden başımdan geçenler bütün Qolit Tepesi diyarındaki hayvan dostlarımız tarafından kulaktan kulağa yayılmayla duyuldu. İlk önce hem kapı komşumuz hem de kadim dostlarımız olan kirpi ailesi Mujik, karısı Tujik çocukları Jüjican, İpek, Zarife ve Kadife geldiler. Tujik çocuklarıyla kır çiçeği toplamışlar. Kocaman birbirinden güzel çiçeklerle bezeli bir buket getirdiler. Üzüntülerini dile getirdiler. Mujik şifalı otlardan yaptığı ve beraberinde getirdiği bir merhemi kopan kuyruğumun yarasına özenle sürdü. Acım biraz olsun dindi. Çaylarımızı yudumladık. Mujik ve Tujik'in gösterdiği yakınlık beni hayli mutlu kıldı. Öyle ki kopan kuyruğumu dahi bir an için unuttum. Müteşekkirdim. Duyduğum minnettarlıkla aniden içimden onlara sarılmak geldi. Hiç beklemedikleri bir anda kollarımın arasında bu değerli dostlarımı sıkı sıkı sarmaladım. Aman Allahım, bu nasıl bir acı? Bütün bedenime yayından kurtulan binlerce ok aynı zamanda saplandılar. Kuyruğumun acısı bunun yanında hiç bir şey değildi. Oysa beni bu konuda daha önce defalarca uyarmışlardı. Kirpilerle dostluk oldukça riskliydi. Acıdan kıvrandım. Tujik nasıl da mahcup olmuştu. Üzüntü ile:
          “Kahrolası dikenlerimiz diyeceğim ama, Allah bizi de böyle yaratmış. Böyle dersem isyan etmiş olurum. Allah’ın gücüne gider. Ne olur Cingöz kardeş kusurumuza bakma. Böyle olacağını bilsek uzak dururduk. Biliyorum canın çok yanmıştır. Her ne kadar ‘gül’ olmasak da, bu durumda şöyle desek yeridir. Kirpiyle dost olan, dikenlerine de katlanmak zorunda kalır.” Bir kez daha dişimi sıkıp acımı saklamak zorundaydım.
          “Ah Tujikciğim, sevgili dostum, üzülme geçti. Evet çok acıdı ama geçti. Ben duygusallığımdan, sürekli sevdiklerime dokunmak isteyen biriyim. İçime güzellikler salan herkese, dayanamayıp hemen sarılıyorum. İyi ki varsınız. Dost olarak verdiğiniz inanılmaz desteğiniz için de ne kadar çok teşekkür etsem azdır. Sizlerle dost olmak bizleri her daim onure etmiştir. Bunu bilesiniz.
          Mujik çay sonrası içtiği beş kadeh rakının ardından çakır keyif oldu. Bu kez de O bana sarılmak istediyse de, kendisinden can havliyle beş adım uzaklaştım. Tujik kocasını zor bela yatıştırabildi.   
          “Sarılacağım da sarılacağım” diye tutturdu.
          Zaman hayli ilerledi. Mujik, Tujik ve çocuklarını evlerine uğurladık. Çok mahcuptular. Kapıdan uzaktan uzağa onlarca öpücük yolladılar. Çocukları ne kadar da hoştular. Vakur birer kişilikleri olan Mujik ile Tujik'i her zaman takdir etmişimdir. Bu güzelim çocuklara iyi bir aile terbiyesi vermişlerdi. Saygıda kusursuzdular. İşin doğrusu ben ve karım Maviş de bu konuda elimizden geleni yaptık, yapıyoruz. Bunun övgüsünü ben yaparsam, elbette ki kimselerin katında yakışık almaz.
          Hala bütün bedenimde acı hissediyordum. O gece güzelce dinlendim. Bundan sonrasında kuyruksuz bir tilkiydim. Her şey olabilirdi, ama kuyruksuz bir tilki olmak, tabiatın kanununa aykırıydı. Geldiğim noktayı tasavvur bile edemiyordum. Bu yeri kapatılamayacak olan eksiklikliğin vermiş olduğu rahatsızlıktan dolayı en büyük desteği canımın içi, bir su damlası güzelliğindeki Maviş'imden alacaktım. Beynimin bütün kıvrımlarında; 'kuyruksuzluğun o dayanılmaz hafifliği' vardı. Gökyüzündeki güneşim olan karım Maviş, gece boyunca beni teselli etti. Nasıl da onca sevgisini dilinden kalbime yağ eyleyip, kaydırmayı ustalıkla biliyordu. Hatta biraz olsun, olup biteni unutmak için güzelce seviştik. Karım benim. Nasıl da her şeyi yerinde ve zamanında düşünürdü. Kuyruksuzluğa rağmen hayat güzeldi. Mavişim ile daha bir güzeldi.
          Heyderi Hecike av tüfeğini sırtlayıp evine döndü. Kör Zewe'nin dolaba sürekli koy-çıkar yaptığı serpme kahvaltıyla karnını güzelce doyurdu. Sonrasında balkonda ayaklarının dibine büyükçe bir bez serdi. Av tüfeğini parçalara ayırdı. Her parçayı güzelce silip yağladı. Heyderi Hecike'yi av tüfeğini yağlarken gören kör Zewe, kocasına alaylı bir edayla yanaştı.
              “Bak hele bak. Sanki büyük bir iş yapmış da, bir tilkiyi dahi on metreden vuramayan keskin nişancı tüfeğini yağlıyor.”
          Heyderi Hecike tüfeğinden birbirine karışarak yükselen yağ ve barut kokularını bir müddet ciğerlerine çekti. Bir taraftan da sinirlerine hakim olmaya çalıştı. Hiç istifini bozmadan arkasına sakladığı Cingöz Tilki'nin alımlı kuyruğunu havaya kaldırdı.
               “Peki buna ne dersin Zewe Hanım. Eğer vurmadıysam bu nedir söyler misin?” Kör Zewe burnundan solumaya devam etti.
               “İyi Heyder Bey tamam. Haklısın. O kör olası tilkinin kuyruğu burada. Peki benim Mor İbik horozum nerede? Söyleyeyim mi? Nerede olacak, kuyruksuz tilkinin kursağında. Ne yapayım bu kuyruğu? Harman yerinde anıran boz eşeğe ikinci bir kuyruk olarak takamam ya!”
          Karı kocanın tartışması köy muhtarı Molla'nın evlerine uğrak vermesiyle son buldu. Molla sunulan nar kırmızısı çaydan bir yudum aldı ve Heyderi Hecike'nin gözlerinin içine baktı.
             “Heyder dün ikindi vakti sizin evin bu tarafında bir tüfek sesi duydum. Hayır ola bir şey mi oldu?” Bu sorunun ardından, Heyderi Hecike ve Kör Zewe'nin serin gölgeli balkonunda büyük bir maceranın sohbeti başladı. Cingöz Tilki'nin kuyruğu elden ele dolaştı. Camililer Cingöz Tilki’nin kuyruğunu görmek üzere Heyderi Hecike’nin evine akın ettiler. Olan Kör Zewe’ye oldu. Kuyruk turizminde her gelen meraklıya çay sunmak zorunda kaldı. Mor İbik'in ise sesi artık duyulmuyordu.


Amsterdam, 31 Ağustos 2017




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KORKU

      KORKU   “Elimde değil Olric! Ne efendimiz? Elleri Olric elleri…”   Oğuz Atay - Tutunamayanlar   Fırtınalı bir denizin da...