2 Haziran 2018 Cumartesi

TÜYLER





TÜYLER



"EĞER
..........................................................................
Belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla, 
Öylesine delice bakmasalardı eğer. 

Çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı belki de 
Kalp, göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi eğer. 

Yerini başka şeyler alabilirdi uzun gece sohbetlerinin, 
Son sigara yudum yudum paylaşılmasaydı eğer. 

Düşlere bile kar yağmazdı hiçbir zaman, 
Meydan savaşlarında korkular, aşkı ağır yaralamasaydı eğer.


C. Yücel"



Meltem Hanım uzun zamandır vakit ayırıp ağız tadıyla bir film izleyememişti. Çok istediği halde yoğunluktan bu isteğini bunca süre ihmal etmiş olmanın huzursuzluğu ile kıvranadururken, en nihayetinde beklediği o anı yakaladı. Salon masasındaki muma bir kızıl alev iliştirerek başladı işe. Kadehini “rengi fena kırmızı şarabın” buketini loş ışıklı oturma odasına buram buram saçarak doldurdu. Eşi Melih Bey iş toplantısından dolayı eve geç vakit gelecekti. Bir kase mısırı "patır patır" patlatıp koltuğuna kuruldu.
Patrick Shanley’nin yönetmenlğini yaptığı “Şüphe” adlı filmin baş oyuncularından gizemli yüzüne hayran olduğu Marly Streep ve aynı zamanda Philip Seymour Hoffman yer almaktaydı. Bugüne değin Marly Streep'in pek çok filmini seyretmişti. Her filmin ayrı bir tadı vardı. Benim Afrikam, Jullia & Jullia, Saatler, Hayat savunmaya değer, Yasak ilişki, Sophi’nin seçimi, Tersyüz ve diğerleri. Marly Streep bu filmde de sanatının ustalığını hakkıyla ortaya koyuyordu. Hayran kalmamak elde değildi.
Film kareleri Meltem Hanımın boncuk mavisi gözlerinin önünde hızla art arda ilerleyedururken, sahnelerin birinde; yaşlı bir rahip kilisesinde ayin veriyordu. Balık istifi dolu kilisede, düzgün giyimli insanlar can kulağı ile rahibi dinliyorlardı. Rahip ilginç temalı ayininde bir o kadar ilginç olan bir hikâye anlatıyordu. Hikâyenin konusu insanların yüreklerini adeta cam kırıkları ile doldurup yaralayan, yok yere karalayan yersiz dedikodularla ilgiliydi.
Yaşlı rahip Pazar ayininde ibretlik hikâyesinin anlatımını aynen şöyle sürdürüyor.
‘Kadının biri aslında çok da iyi tanımadığı bir kadın hakkında olmadık dedikodular yapmış. Fakat dedikodu yaptığı günün gecesinde kâbus gibi bir rüya görür. Başının tam üstünde bir el görür. Bu kocaman el dedikodu yapan kadını gösteriyormuş. Kadın gördüğü rüyanın etkisi ile büyük bir suçluluk duygusuna kapılmış.
Uyanır uyanmaz günah çıkartmak üzere evinin yakınındaki kilisede soluğu almış. Kilisenin yaşlı rahibine gördüğü rüyayı bir bir anlatmış. Yaşlı Rahibe medet umarcasına sormuş.
"Söyleyin ne olur, dedikodu yapmak günah mı? Beni gösteren o kocaman el, acaba Tanrı’nın eli miydi? Özür dilemem gerekiyor mu? Günah işledim mi?"
Yaşlı rahip usulca kadına dönmüş.
"Cahil kadın. Sen ne yaptığının farkında değil misin? Bir insanı yok yere nasıl böyle karalayabilirsin? İnsanlar onun hakkında yersiz yere neler düşünür ve bu insan bütün bu olup bitenden nasıl etkilenir göremiyor musun? Bu yaptığından bana kalırsa çok utanmalısın."
Kadın rahibe üzüntülü gözlerle bakıp, affedilmesini dilemiş. Lakin rahip aman dilememiş.
"Bu iş o kadar da basit değil. Senden istediğim önce evine gitmendir. Evinde bulunan yastıklardan birini al ve evinin çatı katına çık. Bir bıçak yardımı ile yastığı kes ve sonrasında da tekrar bana gel."
Kadın denileni aynen yapmış. Büyük bir şaşkınlıkla soluğu yaşlı rahibin yanında almış.
Rahip;
"Dediklerimi aynen yaptın mı?" diye sormuş.
"Evet, aynen dediğiniz gibi yaptım."
"Peki, ne oldu? Ne gördün?"
"Şey… Sadece tüyler."
"Hımm… Tüyler..." diye alaylı yinelemiş rahip.
"Gözünün alabildiğine her yere tüyler uçuştu." diye konuşmasını sürdürmüş günahkâr kadın.
Rahip;
"Şimdi tekrar eve gitmeni ve esen rüzgârla birlikte uçuşan bütün tüyleri, senden tek tek toplamanı istiyorum."
"Ama benden imkânı olmayan bir şey istiyorsunuz. Rüzgâr savurduğu gibi bütün tüyleri alıp dünyanın dört bir yanına götürdü. Hepsi kayboldu."
Rahip bunun üzerine kadına yeniden dönüp;
"İşte tam da demek istediğim bu. Dedikodu da aynen bu uçuşan tüyler gibidir."
Rahibin hikâyesi burada son buldu. Ardından Marly Streep bütün gizemli güzelliği ile film karelerinde yer alarak devam etti.
Meltem Hanım filmin sonunda, Marly Streep’e ve Oscar koleksiyoncusu bu muhteşem kadının oyunculuğuna bir kez daha hayran kaldı. Çok etkilenmiş olacak ki, o gece garip bir rüya gördü. Rüyasında büyük bir asansörün jet hızıyla İstanbul’da bir gökdelenin kırkıncı katının çatı bölümüne çıktı. En hafif bir yükseltide canını alacakmış gibi, adeta bir yumruk olup boğazını tıkayan yükseklik fobisinden, her nasıl olduysa eser yoktu. Korkusuzluğuna en çok da kendisi şaşakaldı. Bu kocaman bir ilkti.
Rüyasında sırtında kocaman bir torba vardı, Meltem Hanım'ın. İstediği yüksekliğe geldiği zaman torbanın ağzını usulca açtı. Torba milyonlarca küçük kâğıt kırpıntıları ile tıka basa doluydu. Kâğıtların üzerinde sağlık, huzur, barış, sevgi, şefkat, kardeşlik, insanlık, vicdan, adalet, hukuk, güzellik, hoşgörü, eşitlik ve insanlığın her geçen daha çok ardında bıraktığı değerler binlerce kez büyük harflerle yazılıydı. Torbanın içindekileri usulca binadan aşağı doğru savurdu. İnsan olmanın gerekliliklerinin yazıldığı kâğıtlar, rahibin sözünü ettiği tüyler misali bütün dünyanın en ücra köşelerine doğru birer kuş olup uçuştular.
Sabah güneşinin bakir ışıkları ile uykusu hafifledi. Burnuna kahve kokuları geliyordu. Elinde kahve fincanı ile bekleyen eşi Melih Bey, uykusunda gülümsemelerle mutluluk saçan Meltem Hanımın uyanmasını sabırsızlıkla bekliyordu. Melih Beyin tatlı öpücüğünü hazzı yerini acımtırak kahveye bıraktı. Arka fonda klasik müziğin sihirli melodileri bu huzur dolu birlikteliğini bütünlüyordu!



Amsterdam, 02 Haziran 2018






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KORKU

      KORKU   “Elimde değil Olric! Ne efendimiz? Elleri Olric elleri…”   Oğuz Atay - Tutunamayanlar   Fırtınalı bir denizin da...