21 Ağustos 2020 Cuma

PAPOŞ’un AŞKI






PAPOŞ’un AŞKI

"Biz senle
            Aynı toprakta yetişen
            Ayrı dallarda yeşeren
            
Aynı rüzgarda devrilen çiçekler gibiyiz."

                                                      Cem Adrian


          Ekin tarlasındaki sayısız buğday filizleri gökyüzüne doğru bir yükselişle, kaşla göz arasında başağa dönüşüyorlar. Buğday tanesi olmaya aday başaklardaki minik torbacıklara sözbirliği ile akın akın süt yürüyor. Başaklar dolup taşıyor. Doğa bütün maharetlerini sergileme cömertliğini bir kez daha gösteriyor. Her başakta yer alan tahıl olmaya aday buğday kellesi, süre edegelen haftalarda bin bir renge bürülü güneş ışını ile uzun uzadıya sevişmelerinin ardından olgunlaşıp sertleşecekler. Değirmenlerde un, fırınlarda sıcacık somun, susamlı çıtır çıtır simit, açılan yufkaların arasına Fadik İneğin sütünden yapılan beyaz peyniri de sarıp sarmalayıp mis bir suböreği, tatlı, kek, un kurabiyeleri ve baklava olarak insanlara ak örtülü, gümüş şamdanlarda mum alevlerinin titrediği masalarda sunulacaklar. İnsanların karınlarını tok ve sırtları pek hale getirecekler.
Ekin tarlasının yola bakan tarafında dolu dolu başağı ve arkadaşlarına kıyasla oldukça kısa kalan boyu ile kendisini “Toktok” olarak adlandıran başak güneşin ilk ışıkları ile gerinmelerin ardından uyandı. Ani çıkan rüzgar perdesi Toktok’un yanı başında belirdi. Güneşe eşlik eder oldu. “Ne oluyoruz?” demeye kalmadan Toktok rüzgarla birlikte bütün endamı ile salınmaya başladı. Ürperdi. Başağında bulunan dolu dolu sütün ağırlığı ile kafasını hafiften eğik bir halde rüzgarla salınmasına engel olamadı. Başı dönse de merakla etrafına bakınmayı ihmal etmedi.
Yağmur özlemi içindeki toprağa sıkıca saldığı köklerinin dibinde son bir haftadır, var olma çabası gösteren bir papatya dikkatini çekiyordu. Toktok papatyanın ne zaman çiçeğe bürüneceğini çok merak ediyordu. Rüzgarla salınmasına devam ederken merakla papatyaya baktı. Evet, beklenen gün gelmişti. En nihayetinde çekilen sancılı dönemin ardından papatya da çiçeğe durmuştu. Sapsarı tepesi güneşi nasıl da andırıyordu. Sarılığın etrafını bezeyen beyaz yaprakların güzelliğinden başı döndü. Sanki kurumaları için güneşin etrafına ak çarşaflar serilmişti.
Toktok tatlı esintili sabah rüzgarı ile birlikte kendisi gibi salınan papatyaya imrenerek bakmaya devam etti. Sonrasında kendisini işmar eder buldu. Ama daha yeni uyanan papatya bunu fark etmedi. Olmadı. Büyülenmiş bir halde gözünü alamadığı papatyaya doğru coşkulu bir sevinç ile fısıldamaktan kendisini alıkoyamadı.
“Hey papatya… Güzel papatya! Günaydın. Ne güzel çiçeklendin sen böyle. Dünyaya güzellik kattın. Hoş geldin. Sefalar getirdin. Nasılsın? Adın ne senin? Benim adım Toktok.”
Günaydın Toktok. Benim adım da Papoş. Ne bileyim kendime böylesi garip bir isim buldum.”
“Yok canım, hiç de garip değil. Güzel bir isim. İyi misin? Senin için yapabileceğim bir şey var mı?”
“İyiyim. Teşekkürler. Çok nazik ve düşüncelisin. Dünyaya gelir gelmez seninle karşılaşmam ne büyük bir onur. Tanıştığımıza çok memnun oldum. Demek çiçeğimi beğendin. Sağ ol. Sen de çok alımlısın. Dolu dolu başağınla çok güçlü ve kuvvetli görünüyorsun. Senin kaderini bilemiyorum ama benimkisi belli. Çok uzun sürmez. Sanırım kısa bir süre birlikte tutunduğumuz bu toprağa tutunurum, ardından da kaderime boyun eğerim. Bir bakarsın ömrümü doldurmadan sevdalı biri gelir, çiçeğimi koparır. Sevdiğinin kendisini sevip sevmediğinden emin olmak için bütün yapraklarımı acımadan koparır. Sevmiyor dersem, öfke ile çiçeğimin kalan sarı göbeğimi yere atar ve ayağı ile çiğneyip ezer. Bu yaşta bu kadar dert diyeceksin. Ama bundan sonrasında sen yanı başımdasın. Senden güç alacağım. İyi ki varsın.”
Toktok mayışmış bir halde Papoş’u can kulağı ile dinliyordu. Ne güzel konuşuyordu. Bütün bunları hangi ara öğrendi ve böylesine güzel şakırdarcasına dillendi? Şaşakalmış bir halde dinlemeye koyuldu.
“Galiba, lafı biraz uzattım. Kusuruma bakma. Bu benim ilk sohbetim. Bir canlıya ilk defa yüreğimi açışım. Tanıştığımıza öylesine çok memnun oldum ki, anlatamam. Gevezeliğimi bağışla lütfen. Senden ne haber?”
Tam bu esnada Papoş’un dallarına bir uçuç böceği ve Toktok’un bedenine de bir çekirge tırmanmaya başladı. Her ikisi de bir anda durdu ve birbirlerine şaşkınlıkla baktılar.
Çekirge uğur böceğinin göz alıcı, siyah benekli yarım yuvarlağı andıran nar kırmızısına boyalı güzelliğine vuruldu. Sonrasında kendisinin tırtıllı eğri büğrü bacaklarına baktı. İri patlak gözlerine zaten bakamazdı, ama çok da güzel olmadıklarını biliyordu. Sonra bu güzeller güzeli böcek gibi kanat açıp uçmasını da bilmiyordu. Diyelim ki, o da kendisine gönül verdi. O kanatlanıp metrelerce uzaklaşacak ve kendisi ise beyhude bir uğraşı ile olduğu yerde belki üçten fazla sıçrayacak ama ileri gidemeyecekti.
Çekirge kollarına, eğri bacaklarına ve bütün bedenine doğru bir ılıklığın yayıldığını hissetti. Başı döndü. Patlak bön bakışlı gözlerine perde indi. Kalbi hızla çarpmaya başladı. Boğazı düğümlenir gibi bir hal aldı. Olmayacak duaya hadi hayırlısı deyip amin diyordu. Gönlüne söz geçiremiyordu.
Toktok bütün cesaretini toplayıp tam söze gireceği sıra bedeninde çekirgenin kalp atışlarını duydu. Çekirgenin mest olmuş bir halde uçuç böceğine baktığını görünce durumu anlamakta gecikmedi.
Çekirgenin kendisinin dallarındaki uğur böceğine bakışları Papoş’un da gözlerinden kaçmadı. Bunun nasıl bir duygu olduğunu anlamaya çalıştı. Kendi bedeninde de tuhaf bir hareketlenmenin başladığını şaşkınlıkla gözlemledi. Papoş da sevdalanmıştı. Rüzgarın yardımı ile Papoş Papatya hiç farkında olmaksızın Toktok Başak’ın beline sarılı verdi. “Aman Tanrım… Ne güzel bir güven duygusu bu böyle.” Diye içsesi ile mırıldandı.
Toktok suspus kalakaldı. Lal oldu. Gıkı dahi çıkmadı. Papoş kendisinin dile getiremediği duygularına, medeni cesareti ile nasıl da dilmaç olmuştu. Papoş’a o da sıkı sıkıya sarıldı. Gözleri kamaştıracak bir dansa durdular. Her yaprağına birer öpücük kondurdu. Sarı tepesini sevecenlikle okşadı. Papoş çok alımlıydı. Ona vurulmaması elinde değildi.
Çekirge ol çabalamasına rağmen aşkının karşılığını ne yazık ki, bulamadı. Papoş’un kar beyazı yapraklarını gaddar insanların yaptığı gibi tek tek yolup sevip sevmediğini, kahve falına bakarcasına, anlamak için koparmanın faydası olmayacaktı. “Biz ayrı dünyaların canlılarıyız.” deyip yüreğinde olmadık bir zamanda apansız peydahlanan aşk acısını bastırmaktan başka yolu yoktu. Hayattan koptu. Uğur böceği ise soluğu çoktan uzaklarda aldı. Bir kez olsun dönüp bakmamıştı. Çekirge yüreğindeki buruklukla susuzluktan yarılan toprağın çatlaklarının arasında gözlerden kayboldu. Rüzgar ekinlerden çekildi, dindi. Rüzgarın el etek çekmesinin ardından ortaya çıkan kelebekler, yavaşça bir bir renkli kanatlarını çırpıp dolanmaya başladılar. Çok geçmeden Papoş ve Toktok hakkında dedikoduya koyuldular. Karıncaların işleri başlarından aşkın olduğundan dönüp bakmadılar.
            Güneş ve hemen yakınında bir yerlerde ihtişamlı som altından tahtına oturan Tanrı gözlerini belertip sevgilileri hazla seyre koyuldular. Bu güzel sevdaya gıpta ettiler. Pır pır uçuşan bir melek Tanrı’ya orta şekerli bir Türk kahvesi getirdi. Tanrı kahvesini bir çırpıda höpürtülerle içti. Falına baktırmak üzere kahve fincanını ters çevirdi. Sonrasında "Çok işim var benim." deyip, telaşlı adımlarla çekip gitti. Ortalık sütlimandı. Şimdilik ufukta ne bir biçerdöver, ne de gaddar bir insan görünüyordu.


Amsterdam, 21 Ağustos 2020
            

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KORKU

      KORKU   “Elimde değil Olric! Ne efendimiz? Elleri Olric elleri…”   Oğuz Atay - Tutunamayanlar   Fırtınalı bir denizin da...