12 Eylül 2020 Cumartesi

KÖR ZEWE VE MANDELA




KÖR ZEWE VE MANDELA

        

           İki yıl gibi sıkıntılarla geçen uzun bir aradan sonra biricik anacığım, nam-ı diğer Kör Zewe ile memleketimiz Ankara’da birlikteyiz. Başkent aheste adımlarla yol alan mevsime, bir kez daha kendisine has griliğiyle yeni renklerle kendisni süsleyeceyini vaat eden hazan mevsimine içten merhaba diyor. 

Eylül ayı, Temmuz ve Ağustos aylarının o bunaltıcı sıcaklarını en nihayetinde alıp bir yerlere götürdü. Düşmeye yüz tutan zümrüt yapraklar, bir o kadar kıymetli olan birer altına dönüşmek üzereler. Kaldırımları ve sokakları her daim olageldiği gibi, çok da geçmeden altın renkli yapraklar kaplayacak. Görünen o ki; insanlar bu mevsimde sokaklarda daha telaşlı bir koşturmaca içinde mi oluyorlar gibi. Çıkan rüzgara kapılıp davranışları ve yürümeleri daha mı aceleci bir hal alıyor? Bilemedim. Kimi canlılara göre ise, beraberinde duygulu yüreklere tatlı bir hüzün, muhteşem bir gülümseme eşliğinde gelip kendisine ayrılan tahtında bağdaş kuracak.

        Büyük bir özlemin ardından bir araya gelme fırsatını nihayet yakaladığım anacığım Kör Zewe artık iyiden iyiye yaşlanmış. Bize reva görülen uzun bir ayrılığın hasretliğini gideriyoruz. Hemen edindiğimiz duygu sanki iki yıl hiç de ayrı kalmamışız gibi kapıldığımız his. Öylesine ayrı, öylesine yalnız kalanlar bizler değildik. Bu ayrılık ve diğer ayrılıklar hiç yaşanmadı. Yanyanalığımız kaldığı yerden devam ediyor. Yine de büyük bir merak ve anlatılmaz bir özlem ile torunlarının sevgisinin dolup taştığı yüreğini bir anda orta yere koyuyor. Orta yerde kıpır kıpır kuş misali kanat çırpan telaşlı bir anne yüreği. Oğullarım 'Filinta nasıl? Robin nasıl?' diye kırpıştırdığı kestane rengi gözleri ile ağzımdan çıkacak kelimelere pür dikkat odaklanıyor. Çocukların artık büyüdüklerini, birer yetişkin birey olduklarını, sevindirici olan sorumluluklarını bildiklerini, sağ olsunlar iyi birer insan olma çabası verdiklerini, okullarında, işlerinde babaları bendenizin gösteremediğim başarının çok üstünde bir başarı gösterdiklerini, biraz da bir baba gururu ile dilim döndüğünce anlatmaya çalışıyorum. Büyük bir mutluluk duyuyor ve rahatlıyor. Fersiz gözleri ışık saçar hale geliyor.

        Torunlarını her yönü ile merak ediyor. Çünkü onları çok az gördüğünden bir o kadar da az tanıyor. Tanımasının azlığı da kendisinin olarak gördüğü bu insanları her yönü ile tanımak istiyor. Heyecanını dindirdi. Durdu. Gözlerinde tüten torunlarının da 'başka ülkelere tatile gidip gitmedikleri' gibi bir kaygıya kapılıp sordu. Her ikisinin de tatil için farklı ülkelere gittiklerini, dünyanın başka diyarlarını onların da çok merak ettiklerini ve hatta Robin’in neredeyse dünyanın büyük bir bölümünü Marco Polo misali gezdiğini söyledim. İki ay kadar önce de Robin’in Güney Afrika’yı da kapsayan uzun soluklu farklı bir geziden döndüğünü anlatım. 

        Annemde merak bitmiyordu. Her kurduğum cümlenin ardından onun kafasında oluşturduğu merak zincirine yeni bir halka ekleniyordu.

        “Güney Afrika neresi?” diye sorunca ben de belki hatırlamasında yardımcı olur diye;

        “Mandela’nın ülkesi var ya, orası işte,” demek durumunda kaldım. 

        Bunun üzerine annem kızlarını istemeye gelen pilotların, doktorların, avukatların ve mühendislerin kollarında getirdikleri rengarenk çiçek buketlerinin yanı sıra lüks kutularda yer alan “Madlen” çikolatalarının üzerinde onlarca yıl geçse de ağızlara verdiği o “bitter” tadın etkisinde kalmış olacak ki;

        “Mandela çikolata değil mi?” diye sordu. Önce gülümsedim. Ne diyeceğimi şaşırdım. Çok yerinde ve güzel bir benzetmeydi. Mandela bundan daha güzel anlatılamazdı.

        Tutuklu konuşan halimle anneme Mandela’yı ve onun verdiği özgürlük mücadelesini anlatma zorluğunu doğrusu göze alamadım. Bunun üstesinden gelemeyeceğimi o an anladım. Varsın, annem bu güzel insanı çikolata olarak hatırlıyor-biliyor olsun. Böylesi daha güzeldi. Fazla derine inmeye gerek görmedim. Dünya insanlığının anısı önünde saygı ile eğildiği Madiba Amcam da zaten çikolata gibi değil miydi? Hani biraz da “bitter” türünden.

        Allah daha uzun ömürler versin. Annem Kör Zewe de Mandela’nın mücadelesinden tamamen bihaber, onun kim olduğunu bilmeden günün birinde bu dünyadan göçüp gidecek. “Apartheid” savaşçısının o büyük mücadelesi, annem Kör Zewe gören tek gözü ile Madiba hakkında bilgilere, aynı zamanda şimdilerde biraz da ağır işiten kulaklarına ulaşmamış. Ne dersiniz, anneme Mandela’yı yine de anlatmaya çalışsam mı? Veya tutuklu konuşma halimle beni zora sokmadan, siz bu pek de kolay olmayan işi üstlenmek ister misiniz?

 

Amsterdam, 12 Eylül 2018

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KORKU

      KORKU   “Elimde değil Olric! Ne efendimiz? Elleri Olric elleri…”   Oğuz Atay - Tutunamayanlar   Fırtınalı bir denizin da...