CİNGÖZ BAYKUŞ
“Ölümün bir kulağı var biliyorum,
yaşamın ağzına dayalı.
kirası bu ay geçikmiş bir oda da
kirası daha hiç aksatılmamış acılar uyuyor içimde.”
Mem Jan
Bahçedeki birkaç ağaçtan biri olan dut ağacına tüneyen baykuşun
çok da yüksek olmayan sesini gece yarısına doğru, Kesikköprü Köyü'nün Ankara
yolu tarafındaki mahallesinden gelen bir köpeğin uzun uzadıya bir uluma sesi böldü. Baykuş
bile bu raharsız edici gereksiz feryada şaşakaldı. Bu saatte canhıraş bir halde uluyup milleti ayaklandırmanın
ne âlemi vardı. Olmaz olsundu, bu yine Mısto’nun uyuz köpeği Şano’nun iğrenç sesiydi.
Dışarıda hafiften bir
rüzgârın ara sıra estiği bir yaz sıcağı hâkimdi. Gökte kalayı yenilenmiş bir
tepsi misali parlayan ayın ışıkları Cingöz Baykuş’un kırpıştırdığı altın sarısı gözlerine doluştu. Gökyüzünün çok da uzak görünmeyen diğer yakasında yıldızlar
sözbirliği ile bulundukları yerden, aynı anda yeryüzüne düşeceklermiş gibi bir
his veriyordu. Baykuş bu uyuz köpeği, biti olmamasına rağmen, olmayan biti
kadar da olsa sevmiyordu. O nedenle havlamasını daha da yakından duyacağından
dolayı Mısto’nun ne bahçesindeki ağaçlarına, ne de çatısına tünememeyi kendisine ilke edinmişti. Lanet
olsundu. Uyuz Şano’ya da, sahibi kart Mısto’ya da.
Cingöz Baykuş uyuz köpeği
kadar Mısto’dan da haz etmiyordu. Karısının ölümünden sonra tamamen yalnız
kalan sahibi Mısto’ya güya yaranıp onun bir başına olmadığını, kendisi gibi
sadık bir dostunun her daim yanında yer aldığını demeye getiriyor, hazretleri
kendince sevgi gösterisinde bulunuyordu. Varsın önce uyuzluğuna çare bulsundu. Belki
de sabah vereceği kahvaltılık yalı biraz daha koyu bir kıvamda tutturması için kuyruk
sallamaları ile yaranma uğraşısı içindeydi, Uyuz Şano. Günün aydınlanması ile bunu
görecek miydi, o da Mısto’nun o günkü moraline ve olmayan vicdanına kalmıştı.
Kızılırmak’ın aheste
aheste akan mavi sularının hemen yanı başında yer alan ve bahçedeki dut ağacına
Cingöz Baykuş’un tünediği Kel Sülo’nun dışı kırmızı bir çamura sıvalı, iki oda
ve bir salondan oluşan eviydi. Uyuz Şano’nun sesine Kel Sülo da uyandı ama bunu
önemsemeden karısının boynuna orman kıllı kolunu yeniden doladı.
Karısını seviyordu. Mutlu
bir evlilikleri vardı. Bir güne bir gün köylünün dilinde pelesenk olan kel
kafası hakkında o kem bir laf etmemişti. Onun ağzından çıkan her kelimeyi, adeta
bir emir gibi addediyordu. Gülen gözlerle kendisine bakıyor ve onu daha fazla
mutlu kılmak için kendince çırpınıyordu. Daha ne olsundu. Şam’daki kayısı dahi
bundan daha iyi olamazdı. Sorun çıkarmaya yeltenmeden, kırılası kıçının üzerine bir kez
daha oturması gerektiğini, bu saatte kendisini de uyandıran Uyuz Şano bile hatırlatmış
oldu. Çok geçmeden horlamasının sesi karısı Fato’nun geniş burun deliklerinden ve
ince dudaklarla çevreli ağzından püfür püfür esen soğan kokulu soluğuna karıştı.
Mısto gece yarısı sol eli
ile kareli ceketinin cebinde arkası horozlu bir aynayı sıkıca tutuyor, sağ
elinde de Oltu taşı tesbihini arada bir sallayıp, aklına geldikçe keyifle ince
uzun bıyıklarını önce buruyor ve sonrasında da hafifçe çekiştiriyordu. Mutluydu.
Kafasındaki müthiş planla
gecenin bu saatinde kimselere görünmeden çakıl taşlarla kaplı sokakları sessizce
Kel Sülo’nun evi yönünde adımlıyordu. El mi yaman bey mi yaman, o kabak kafalı Kel
Sülo ve şişko karısı Fato'ya gösterecekti. Kapılarını onlarca defa yalvar yakar
aşındırmasına rağmen her defasında o bacadan girmeye çalışırken, kapıdan
kovulmanın ezikliğini yüreğinin derinliklerinde kavun acısı gibi sürekli
hissediyordu.
Bunca aşağılanma yetmişti
artık. Gün bugündü. Planını tıkır tıkır işletecekti. Yok, Mısto kızları
Meryem’e göre çok yaşlıymış da, yok arada en az otuz beş yaş varmış ve kızları daha
on üç yaşında bir çocukmuş. Daha neler, küçülsün de cebime girsindi bari. Boylu
poslu yetişkin kızdı. Daha fazla bekletip turşusunu mu kuracaklardı? Yoksa kendisinden
daha iyi bir talip mi bulacaklardı? Bahanelere gerek yoktu. Bu ipe sapa
gelmeyen lakırdılar geçerli birer neden olamazdı. Bu düşüncelerle yürüyedururken
elini cebinden çıkardığını gördü. Yeniden telaşla elini cebindeki ayna ile
buluşturdu ve sıkıca tutmaya devam etti. O yıllarda her erkeğin cebinde küçük yuvarlak bir aynaö tarak ve katlanmış temiz bir mendil bulunurdu. Böylesi aynalar çok revaçtaydı.
Hedefine yaklaşmak
üzereydi. Elli adım sonra kimselere görünmeden müstakbel kayınbabası Kel Sülo’nun
evinin bahçesinin yanında olacaktı. Eve yaklaştıkça etrafını daha dikkatli
kolaçan etmeye başladı. Buralarda gezindiğini kimseler görmemeliydi. Hesaba
Cingöz Baykuş’u katmadı. Ay ışığında eve yaklaşan Mısto’yu gören Cingöz Baykuş
inanası gelmediği gözlerini art arda daha çok kırpıştırdı. Onu tanımakta
gecikmedi. Gecenin kırkında buralarda ne arıyordu bu adam? Yine bir hinlik peşinde olduğu bellitdi.
Mısto bahçeye doğru geldi
ve elinde tuttuğu aynayı bir anda bahçeden içeri attı. Aynaya yansıyan ay ışığı
dut ağacında meraktan yüreği pır pır eden Cingöz Baykuş’un gözlerini
kamaştırdı. Ayna parlamaya devam ederken Mısto hızla evine doğru seğirtti. Baykuş
tünediği dut dalından bir başkasına kondu ve gıcık olduğu bu adamın ardından olup biteni anlamadan bakakaldı.
Mısto keyifli bir sabah
kahvaltısından sonra, ilk iş olarak Uyuz Şano’ya bol unlu bir yal sunumunda
bulundu. Gece evden çıkarken onun o sevecen bakışları gözünden kaçmamıştı.
Doğrusu Şano ballı lokmaların en ballısını hak ediyordu.
Neşesi yerindeyken komşusu
Hikmet’e gitti. Hikmet’in karısı Topal Asiye yaylana yaylana sabahın köründe
kim olduğu merakı ile kapının ardında bitti. Karşısında Mısto’yu görünce
şaşırmadı. Mutlaka bu akşam Kel Sülo’dan kızı Meryem’i istemeye gitmelerini
isteyecekti. Bu adamın yüzsüzlüğü de diz boyunu aşmıştı. Ama hem kocasının
akrabası, hem de komşuları olduğu için “hayır” diyemiyorlardı. Mısto hemen
konuya girdi. Bu akşam Meryem’i istemeye gideceklerini söyledi. Hikmet ağzına
götürdüğü zeytini şaşkınlıkla çekirdeği ile birlikte yuttu. Üzerine de höpürtü ile büyükçe bir yudum nar kırmızısı
çaydan aldı.
“Hayır… Hayır. Gidemeyiz
Mısto. Bir kez daha rezil olamayız. Kel Sülo bizi on kez evinden kovdu. Adamın
yüzüne bir daha bakamam. Olan hatırımızı hepten tükettik. Bitti!”
“Bu defa başka Hikmet. Bu
defa gerçekten başka. Bize hayır diyemeyecekler. Bundan emin olun.” diye yalvar
yakar olunca, Hikmet bir kez daha gitmeleri için yelkenleri suya indirdi.
Mısto bir kez daha köy
bakkalından iki kilo güllü lokum aldı. Akşam olmasını sabırsızlıkla beklemeye
koyuldu. Hikmet’in oğlu Kamil’a verdiği delikli bir para ile de gönlünü aldı. Kel
Sülo’ya akşam hayırlı bir iş için geleceklerini bir kez daha cep harçlığı verdiği elçisi ile haberdar etti.
Karanlık henüz
bastırmıştı. Hikmet, karısı Topal Asiye ve Mısto hayırlı işleri için Kel
Sülo’nun kapısını yüzlerinde büyük bir mahcubiyetle tıklattılar. Mısto ise
kendisinden oldukça emin tavırlar içindeydi. Tuzu çatır çatır kuru gözüküyordu. Kapıyı asık
suratları ile Kel Sülo ve karısı Fato birlikte açtı. Defalarca da olsa bir kez
daha hayırlı bir iş için geldiklerinden istenmeyen misafirlerini “ya sabır” deyip karı koca
birlikte karşılamak istediler. Mısto akrabaları Hikmet’i ve karısı Topal
Asiye’yi de bu kötü emeline her defasında alet ediyordu. Bir kez daha “HAYIR”
diyeceklerdi nasıl olsa. Kendilerinden emindiler. Kızlarının günahına asla girmeyecekler
ve kararlarının arkasında duracaklardı. Topal Asiye elindeki lokum paketini daha
önceleri de yaptığı gibi bir çırpıda Fato’ya teslim etti. Çekingen bakışları ile benden
bu kadar der gibiydi.
Kahvelerin sunumunu
kızları Meryem’in yerine Fato yaptı. İçilen kahvelerin ardından Hikmet söze
başlayabilir miyim diye, bakışlarını Mısto’nun gözleri ile buluşturdu. Mısto’dan
desturu aldı. Önce boğazını tıkayan kahve peltesini bir yudum su ile giderdi ve
ardından ürperti ile söze girdi.
“Süleyman komşu, akrabam
Mısto bugün yine hayırlı bir iş için benden ricada bulundu. Akrabamdır, sizin gibi onu da sever ve sayarım. Daha önce de aynı
istekle kapınızı çalmış ve olumsuz cevap almıştık. Lakin Mısto bu işin olması
için bıkıp usanmadan diretiyor. Kızınıza gönlünü kaptırmış. Hali vakti de
bildiğiniz üzere çok şükür iyice. Kızınızın bir eli yağda ve bir eli de balda olacak. Allah bilir ya bunda da bir hayır olsa gerek.
Uzun lafın kısası biz bir kez daha sizden rica ediyoruz. Allah’ın emri
Peygamberin kavli ile kızınız Meryem’i rızanız olursa, akrabamız
Mısto’ya istiyoruz.” Kel Sülo’nun çehresi daha da asık bir hal aldı. Köpürdü. Hiddetlendi. Kendisinden geçti.
“Yahu siz ne laftan
anlamaz insanlarsınız. En az on kez bu iş olmaz demedim mi size. Kızım daha
çocuk yaşta. Mısto onun babası yaşında. Olacak şey mı bu. Ayıp ediyorsunuz.
Bizim de bir sabrımız var.” Bunun üzerine Mısto ayağa kalktı ve yüksek sesle
Kel Sülo’ya seslendi.
“Sülo, yok diyorsun ama
sen bunu hiç kızına sordun mu? Kızının da bende gönlü var bilesin. İnanmazsanız
gidip şimdi Meryem’in ceplerine bakın. Kendisine daha bu sabah çeşmenin başında
arkası horozlu bir ayna verdim. Çok sevindi ve sizden kendisini istememizi
yalvar yakar söyledi. Biz de bunun üzerine geldik.” Bütün bu olup bitene ve
duyduklarına inanamayan Fato çok ani bir telaşa kapıldı. Hızla kızı Meryem’in
odasına daldı ve elbisesinin ceplerine baktı. Mısto’nun daha dün gece cebinde
sıkıca sakladığı allı yeşilli çil bir horozun boy gösterdiği ayna Meryem’in cebindeydi. Fato kızına büyük bir
kızgınlıkla dönüp;
“Söyle bu aynayı kimden aldın. Mısto mu verdi sana? Utanmıyor musun şerefimizi ve namusumuzu beş
paralık etmeye? Babanın başının başının yere eğilmesine sebep oluyorsun. Bu yaşlı başlı adamın nesine bu çocuk yaşınla gönlün düştü. Bu horozlu aynaya mı kandın? Sütüm haram
olsun.”
“Annem… Annem. Vallahi de,
billahi de yemin ediyorum. Bu aynayı bizim bahçede buldum. Kimseden almadım.”
diye ağlamaklı yalvarsa da nafileydi. Fato'nun gözünde namusları beş paralık
olmuştu.
Fato aynayı getirip kocası
Kel Sülo’nun eline tutuşturdu. Kel Sülo durumun vahametini anında anladı. Hiç de hoş gelmeyen misafirlerine kendilerine yarın bir cevap vereceklerini söyledi.
Yüzünde büyük bir mutlulukla Mısto, ardından Hikmet ve en son Topal Asiye
soluğu dışarıda aldılar.
Bir hafta gibi kısa sürenin ardından
Mısto ve Meryem büyük bir düğünle evlendiler. Dut ağacının altında bulunan
horozlu bir ayna böylesi bir cinayetin işlenmesine vesile oldu. Buna Cingöz Baykuş dahi
engel olamadı. Tanrı da Cingöz Baykuş’un dile gelip olaya tanıklık yapması konusunda kılını oynatmadı.
Onlar (her hâlükârda
Meryem) muradlarına eremediler. Erişilemeyen bu muradın kerevetine çıkmak zahmetinde de kimseler bulunmadı. Meryem'in yüreği boğunç içinde kaldı. İçi kurumuş bir Hindistan cevizinden farksızdı, duygusuzdu. Yaşayan bir ölüydü. Cingöz Baykuş o günden sonra gelip Kel Sülo’nun bahçesindeki dut
ağacına tünemedi. Uyuz Şano ise her gün bol unun karıştırıldığı yaldan afiyetle
karnını doyurur oldu ve her geçen gün daha bir semirdi. Havlaması ve uluması
iyice gürleşti.
Amsterdam, 28 Şubat 2020