28 Şubat 2020 Cuma

CİNGÖZ BAYKUŞ






CİNGÖZ BAYKUŞ


“Ölümün bir kulağı var biliyorum,
yaşamın ağzına dayalı.
kirası bu ay geçikmiş bir oda da
kirası daha hiç aksatılmamış acılar uyuyor içimde.”
                     Mem Jan   

Bahçedeki birkaç ağaçtan biri olan dut ağacına tüneyen baykuşun çok da yüksek olmayan sesini gece yarısına doğru, Kesikköprü Köyü'nün Ankara yolu tarafındaki mahallesinden gelen bir köpeğin uzun uzadıya bir uluma sesi böldü. Baykuş bile bu raharsız edici gereksiz feryada şaşakaldı. Bu saatte canhıraş bir halde uluyup milleti ayaklandırmanın ne âlemi vardı. Olmaz olsundu, bu yine Mısto’nun uyuz köpeği Şano’nun iğrenç sesiydi.
Dışarıda hafiften bir rüzgârın ara sıra estiği bir yaz sıcağı hâkimdi. Gökte kalayı yenilenmiş bir tepsi misali parlayan ayın ışıkları Cingöz Baykuş’un kırpıştırdığı altın sarısı gözlerine doluştu. Gökyüzünün çok da uzak görünmeyen diğer yakasında yıldızlar sözbirliği ile bulundukları yerden, aynı anda yeryüzüne düşeceklermiş gibi bir his veriyordu. Baykuş bu uyuz köpeği, biti olmamasına rağmen, olmayan biti kadar da olsa sevmiyordu. O nedenle havlamasını daha da yakından duyacağından dolayı Mısto’nun ne bahçesindeki ağaçlarına, ne de çatısına tünememeyi kendisine ilke edinmişti. Lanet olsundu. Uyuz Şano’ya da, sahibi kart Mısto’ya da.
Cingöz Baykuş uyuz köpeği kadar Mısto’dan da haz etmiyordu. Karısının ölümünden sonra tamamen yalnız kalan sahibi Mısto’ya güya yaranıp onun bir başına olmadığını, kendisi gibi sadık bir dostunun her daim yanında yer aldığını demeye getiriyor, hazretleri kendince sevgi gösterisinde bulunuyordu. Varsın önce uyuzluğuna çare bulsundu. Belki de sabah vereceği kahvaltılık yalı biraz daha koyu bir kıvamda tutturması için kuyruk sallamaları ile yaranma uğraşısı içindeydi, Uyuz Şano. Günün aydınlanması ile bunu görecek miydi, o da Mısto’nun o günkü moraline ve olmayan vicdanına kalmıştı.
Kızılırmak’ın aheste aheste akan mavi sularının hemen yanı başında yer alan ve bahçedeki dut ağacına Cingöz Baykuş’un tünediği Kel Sülo’nun dışı kırmızı bir çamura sıvalı, iki oda ve bir salondan oluşan eviydi. Uyuz Şano’nun sesine Kel Sülo da uyandı ama bunu önemsemeden karısının boynuna orman kıllı kolunu yeniden doladı.
Karısını seviyordu. Mutlu bir evlilikleri vardı. Bir güne bir gün köylünün dilinde pelesenk olan kel kafası hakkında o kem bir laf etmemişti. Onun ağzından çıkan her kelimeyi, adeta bir emir gibi addediyordu. Gülen gözlerle kendisine bakıyor ve onu daha fazla mutlu kılmak için kendince çırpınıyordu. Daha ne olsundu. Şam’daki kayısı dahi bundan daha iyi olamazdı. Sorun çıkarmaya yeltenmeden, kırılası kıçının üzerine bir kez daha oturması gerektiğini, bu saatte kendisini de uyandıran Uyuz Şano bile hatırlatmış oldu. Çok geçmeden horlamasının sesi karısı Fato’nun geniş burun deliklerinden ve ince dudaklarla çevreli ağzından püfür püfür esen soğan kokulu soluğuna karıştı.
Mısto gece yarısı sol eli ile kareli ceketinin cebinde arkası horozlu bir aynayı sıkıca tutuyor, sağ elinde de Oltu taşı tesbihini arada bir sallayıp, aklına geldikçe keyifle ince uzun bıyıklarını önce buruyor ve sonrasında da hafifçe çekiştiriyordu. Mutluydu.
Kafasındaki müthiş planla gecenin bu saatinde kimselere görünmeden çakıl taşlarla kaplı sokakları sessizce Kel Sülo’nun evi yönünde adımlıyordu. El mi yaman bey mi yaman, o kabak kafalı Kel Sülo ve şişko karısı Fato'ya gösterecekti. Kapılarını onlarca defa yalvar yakar aşındırmasına rağmen her defasında o bacadan girmeye çalışırken, kapıdan kovulmanın ezikliğini yüreğinin derinliklerinde kavun acısı gibi sürekli hissediyordu.
Bunca aşağılanma yetmişti artık. Gün bugündü. Planını tıkır tıkır işletecekti. Yok, Mısto kızları Meryem’e göre çok yaşlıymış da, yok arada en az otuz beş yaş varmış ve kızları daha on üç yaşında bir çocukmuş. Daha neler, küçülsün de cebime girsindi bari. Boylu poslu yetişkin kızdı. Daha fazla bekletip turşusunu mu kuracaklardı? Yoksa kendisinden daha iyi bir talip mi bulacaklardı? Bahanelere gerek yoktu. Bu ipe sapa gelmeyen lakırdılar geçerli birer neden olamazdı. Bu düşüncelerle yürüyedururken elini cebinden çıkardığını gördü. Yeniden telaşla elini cebindeki ayna ile buluşturdu ve sıkıca tutmaya devam etti. O yıllarda her erkeğin cebinde küçük yuvarlak bir aynaö tarak ve katlanmış temiz bir mendil bulunurdu. Böylesi aynalar çok revaçtaydı.
Hedefine yaklaşmak üzereydi. Elli adım sonra kimselere görünmeden müstakbel kayınbabası Kel Sülo’nun evinin bahçesinin yanında olacaktı. Eve yaklaştıkça etrafını daha dikkatli kolaçan etmeye başladı. Buralarda gezindiğini kimseler görmemeliydi. Hesaba Cingöz Baykuş’u katmadı. Ay ışığında eve yaklaşan Mısto’yu gören Cingöz Baykuş inanası gelmediği gözlerini art arda daha çok kırpıştırdı. Onu tanımakta gecikmedi. Gecenin kırkında buralarda ne arıyordu bu adam? Yine bir hinlik peşinde olduğu bellitdi.
Mısto bahçeye doğru geldi ve elinde tuttuğu aynayı bir anda bahçeden içeri attı. Aynaya yansıyan ay ışığı dut ağacında meraktan yüreği pır pır eden Cingöz Baykuş’un gözlerini kamaştırdı. Ayna parlamaya devam ederken Mısto hızla evine doğru seğirtti. Baykuş tünediği dut dalından bir başkasına kondu ve gıcık olduğu bu adamın ardından olup biteni anlamadan bakakaldı. 
Mısto keyifli bir sabah kahvaltısından sonra, ilk iş olarak Uyuz Şano’ya bol unlu bir yal sunumunda bulundu. Gece evden çıkarken onun o sevecen bakışları gözünden kaçmamıştı. Doğrusu Şano ballı lokmaların en ballısını hak ediyordu.
Neşesi yerindeyken komşusu Hikmet’e gitti. Hikmet’in karısı Topal Asiye yaylana yaylana sabahın köründe kim olduğu merakı ile kapının ardında bitti. Karşısında Mısto’yu görünce şaşırmadı. Mutlaka bu akşam Kel Sülo’dan kızı Meryem’i istemeye gitmelerini isteyecekti. Bu adamın yüzsüzlüğü de diz boyunu aşmıştı. Ama hem kocasının akrabası, hem de komşuları olduğu için “hayır” diyemiyorlardı. Mısto hemen konuya girdi. Bu akşam Meryem’i istemeye gideceklerini söyledi. Hikmet ağzına götürdüğü zeytini şaşkınlıkla çekirdeği ile birlikte yuttu. Üzerine de höpürtü ile büyükçe bir yudum nar kırmızısı çaydan aldı.
“Hayır… Hayır. Gidemeyiz Mısto. Bir kez daha rezil olamayız. Kel Sülo bizi on kez evinden kovdu. Adamın yüzüne bir daha bakamam. Olan hatırımızı hepten tükettik. Bitti!”
“Bu defa başka Hikmet. Bu defa gerçekten başka. Bize hayır diyemeyecekler. Bundan emin olun.” diye yalvar yakar olunca, Hikmet bir kez daha gitmeleri için yelkenleri suya indirdi.
Mısto bir kez daha köy bakkalından iki kilo güllü lokum aldı. Akşam olmasını sabırsızlıkla beklemeye koyuldu. Hikmet’in oğlu Kamil’a verdiği delikli bir para ile de gönlünü aldı. Kel Sülo’ya akşam hayırlı bir iş için geleceklerini bir kez daha cep harçlığı verdiği elçisi ile haberdar etti.
Karanlık henüz bastırmıştı. Hikmet, karısı Topal Asiye ve Mısto hayırlı işleri için Kel Sülo’nun kapısını yüzlerinde büyük bir mahcubiyetle tıklattılar. Mısto ise kendisinden oldukça emin tavırlar içindeydi. Tuzu çatır çatır kuru gözüküyordu. Kapıyı asık suratları ile Kel Sülo ve karısı Fato birlikte açtı. Defalarca da olsa bir kez daha hayırlı bir iş için geldiklerinden istenmeyen misafirlerini “ya sabır” deyip karı koca birlikte karşılamak istediler. Mısto akrabaları Hikmet’i ve karısı Topal Asiye’yi de bu kötü emeline her defasında alet ediyordu. Bir kez daha “HAYIR” diyeceklerdi nasıl olsa. Kendilerinden emindiler. Kızlarının günahına asla girmeyecekler ve kararlarının arkasında duracaklardı. Topal Asiye elindeki lokum paketini daha önceleri de yaptığı gibi bir çırpıda Fato’ya teslim etti. Çekingen bakışları ile benden bu kadar der gibiydi.
Kahvelerin sunumunu kızları Meryem’in yerine Fato yaptı. İçilen kahvelerin ardından Hikmet söze başlayabilir miyim diye, bakışlarını Mısto’nun gözleri ile buluşturdu. Mısto’dan desturu aldı. Önce boğazını tıkayan kahve peltesini bir yudum su ile giderdi ve ardından ürperti ile söze girdi.
“Süleyman komşu, akrabam Mısto bugün yine hayırlı bir iş için benden ricada bulundu. Akrabamdır, sizin gibi onu da sever ve sayarım. Daha önce de aynı istekle kapınızı çalmış ve olumsuz cevap almıştık. Lakin Mısto bu işin olması için bıkıp usanmadan diretiyor. Kızınıza gönlünü kaptırmış. Hali vakti de bildiğiniz üzere çok şükür iyice. Kızınızın bir eli yağda ve bir eli de balda olacak. Allah bilir ya bunda da bir hayır olsa gerek. Uzun lafın kısası biz bir kez daha sizden rica ediyoruz. Allah’ın emri Peygamberin kavli ile kızınız Meryem’i rızanız olursa, akrabamız Mısto’ya istiyoruz.” Kel Sülo’nun çehresi daha da asık bir hal aldı. Köpürdü. Hiddetlendi. Kendisinden geçti.
“Yahu siz ne laftan anlamaz insanlarsınız. En az on kez bu iş olmaz demedim mi size. Kızım daha çocuk yaşta. Mısto onun babası yaşında. Olacak şey mı bu. Ayıp ediyorsunuz. Bizim de bir sabrımız var.” Bunun üzerine Mısto ayağa kalktı ve yüksek sesle Kel Sülo’ya seslendi.
“Sülo, yok diyorsun ama sen bunu hiç kızına sordun mu? Kızının da bende gönlü var bilesin. İnanmazsanız gidip şimdi Meryem’in ceplerine bakın. Kendisine daha bu sabah çeşmenin başında arkası horozlu bir ayna verdim. Çok sevindi ve sizden kendisini istememizi yalvar yakar söyledi. Biz de bunun üzerine geldik.” Bütün bu olup bitene ve duyduklarına inanamayan Fato çok ani bir telaşa kapıldı. Hızla kızı Meryem’in odasına daldı ve elbisesinin ceplerine baktı. Mısto’nun daha dün gece cebinde sıkıca sakladığı allı yeşilli çil bir horozun boy gösterdiği ayna Meryem’in cebindeydi. Fato kızına büyük bir kızgınlıkla dönüp;
“Söyle bu aynayı kimden aldın. Mısto mu verdi sana? Utanmıyor musun şerefimizi ve namusumuzu beş paralık etmeye? Babanın başının başının yere eğilmesine sebep oluyorsun. Bu yaşlı başlı adamın nesine bu çocuk yaşınla gönlün düştü. Bu horozlu aynaya mı kandın? Sütüm haram olsun.”
“Annem… Annem. Vallahi de, billahi de yemin ediyorum. Bu aynayı bizim bahçede buldum. Kimseden almadım.” diye ağlamaklı yalvarsa da nafileydi. Fato'nun gözünde namusları beş paralık olmuştu.
Fato aynayı getirip kocası Kel Sülo’nun eline tutuşturdu. Kel Sülo durumun vahametini anında anladı. Hiç de hoş gelmeyen misafirlerine kendilerine yarın bir cevap vereceklerini söyledi. Yüzünde büyük bir mutlulukla Mısto, ardından Hikmet ve en son Topal Asiye soluğu dışarıda aldılar.
Bir hafta gibi kısa sürenin ardından Mısto ve Meryem büyük bir düğünle evlendiler. Dut ağacının altında bulunan horozlu bir ayna böylesi bir cinayetin işlenmesine vesile oldu. Buna Cingöz Baykuş dahi engel olamadı. Tanrı da Cingöz Baykuş’un dile gelip olaya tanıklık yapması konusunda kılını oynatmadı.
Onlar (her hâlükârda Meryem) muradlarına eremediler. Erişilemeyen bu muradın kerevetine çıkmak zahmetinde de kimseler bulunmadı. Meryem'in yüreği boğunç içinde kaldı. İçi kurumuş bir Hindistan cevizinden farksızdı, duygusuzdu. Yaşayan bir ölüydü. Cingöz Baykuş o günden sonra gelip Kel Sülo’nun bahçesindeki dut ağacına tünemedi. Uyuz Şano ise her gün bol unun karıştırıldığı yaldan afiyetle karnını doyurur oldu ve her geçen gün daha bir semirdi. Havlaması ve uluması iyice gürleşti.


Amsterdam, 28 Şubat 2020

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KORKU

      KORKU   “Elimde değil Olric! Ne efendimiz? Elleri Olric elleri…”   Oğuz Atay - Tutunamayanlar   Fırtınalı bir denizin da...