UMUDA YOLCULUK
Yıldızların ülkesi var mıdır Edip
Dicle aktığı toprakları seçer mi?
Kasrik boğazı'ndan esen kanlı zemheri
Yalnız Kasrik'te mi üşütür insanı?
Herkes türküsünü elbet kendi sesiyle söyler
İnsanın dili boynuna kement olur mu?
Öldürmeye ekinlerden başlayan adamlar
Eşiklere nasıl bir zulümle gelirler?
Kimsenin kalmadığı darmadağın köylerde
"Önce Vatan" yazısı bir hüzün değil midir?
Bunca kanın helalini kim kime nasıl öder
Mezar taşlarıyla barış olur mu?
Gecesi buz anısı kül ışığı kırbaç
Hangi gurbet bir sürgünün yüreğini doldurur
"Kim istemez şad olmayı cihanda" Edip
Viranede baykuş sesi zafer midir?..
Dicle aktığı toprakları seçer mi?
Kasrik boğazı'ndan esen kanlı zemheri
Yalnız Kasrik'te mi üşütür insanı?
Herkes türküsünü elbet kendi sesiyle söyler
İnsanın dili boynuna kement olur mu?
Öldürmeye ekinlerden başlayan adamlar
Eşiklere nasıl bir zulümle gelirler?
Kimsenin kalmadığı darmadağın köylerde
"Önce Vatan" yazısı bir hüzün değil midir?
Bunca kanın helalini kim kime nasıl öder
Mezar taşlarıyla barış olur mu?
Gecesi buz anısı kül ışığı kırbaç
Hangi gurbet bir sürgünün yüreğini doldurur
"Kim istemez şad olmayı cihanda" Edip
Viranede baykuş sesi zafer midir?..
Şükrü
Erbaş
Önce 68 ve ardından 78 kuşaǧı,
şimdilerde çiçeǧi burnunda yeni jenerasyon, küçüǧü, yaşlısı ve genci ile ülkemizin
bütün insanlarının güzelliklere, yeryüzünde olması gereken cennete, gül bahçesine, barışa, (çok
görülmesin ama) kim bilir evresinde demokrasiye tanıklık edecek olmaları
umudunu, ikircikli de olsa taşımaya başlamaları, ne güzel. Dünyanın alabildiǧine güzelleşecek olması, ne güzel. Musolini’den miras kalmaması gereken; arkaik, faşist bir anayasanın, onlarca yıldır miadını doldurması lazımken, bundan sonra lağv edilecek olmasının cılız ihtimali, ne ala. Kan kusan silahların, bir daha çıkarılmayacak şekilde toprağa gömülecek olmaları (Ne diyelim, oh olsun, tekerlerinin önüne taş gelsin, oǧmasınlar, paslansınlar,
çürüsünler, koksunlar, yuvaları başlarına yıkılsın, toprak başlarına olsun) ne muhteşem.
İnsani güzelliklerden yana atan yürekler her daim hoş kılınacaklar, her iki tarafta yer alan salt yoksullar “vatan-millet-sakarya” teranesi ile ömürlerinin baharında, yok yere ölmeyecekler. Onlar da sevgililerinin ellerini sımsıcak tutma olanaǧını yakalayabilecekler. Umut dolu yarınlara, kalplerinin bütünü ile gülümseyebilecekler. Dar gelirli anne ve babalar; gencecik fidanları olan oǧullarının-kızlarının ölümlerinin ardından, kendi çocuklarının kılına dahi zarar gelmemesini garanti altına alan, varsılların-egemenlerin verecekleri maden parçası madalyalarla kandırılmayacaklar. Ve herşey insan için şiarının çok daha öne çıkması, ne güzel. Bayrakların; fakir ailelerin kırık dökük pencerelerinden sarkmayacak olması da, bir o kadar güzel.
İlk iki kuşaktan günümüze deǧin, hep
kavga-dövüş, akan kanın yerde kalmayacaǧı, ölenlerin dövüşerek öldüǧü,
yurdumuza dolan faşistlerin, kardaşlar tarafından vurulması, karşı cephede; Allahu ekber,
vatan bölünmez, şehitler ölmez ve benzeri sloganlar, mottolar.
Yeni jenerasyon ve devre uzatmalarını yakalama şansını yakalamış olan 68 ve 78
kuşaǧından olanlar için de artık, ne şanslılar, onlar da bu güzel günleri görecekler diye
düşünecek olmamızın-ihtimalinin ortaya çıkması, ne muhteşem. İnsanların ölmesini bundan
sonra şiar edinmemek, ölenin, ölümün ve öldürücüleri savunmuyor olmak, ne
güzel. Omuzlara; canlara ölüm kusan makinalar yerine, beyaz
güvercinleri kondurmak, yoksul çocukların, varsılların hamudu ile götürdükleri
vatanın; önce komünizmin geleceǧi, yok bölüneceǧi yalanlarına heba edilmeyecek
olması, ne güzel. Yerde duran kana saygı duyarak, o yere artık karanfiller
koymakla yetinmek, ne harikulade. Anaların gencecik evlatlarının ardından aǧıtlar yakıp, gözyaşı dökmeyecek olmaları, ne güzel. Onlarca yıldır çekilen acıların, sıkıntıların,
göçün, talanın, işkencenin, kör zindanın, “ “masum resimlerimize, zulaların
gerekmemesi,“ ötelileştirmenin, en üst düzeydeki ırkçılıǧın ve
ayrımcılıǧın, bir nebze de olsa gerilemesi, daha insani normlara doǧru, hani
kaplumbağa hızıyla da olsa bir devinim içinde olması, yüreklerimizin ne denli
büyük bir mutluluǧa ev sahipliǧi yapacaǧının muştusunun, kulaklarımızda
çınlaması, ne harika.
Ülkemizde çeşitliliǧi zenginliǧimiz olan insanlarımız, Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Ermeni,
Süryani, Arap, Yahudi ve diǧer azınlıkları ile umut dolu barışı; yüreklerini,
kollarını ve gönül kapılarını sonuna kadar açarak gözlemesi; kan, kin, nefret,
intikam, ölüm kelimelerinin yerini, anlam olarak en insani kelime “barışın“
aǧız dolusu, muhteşem bir tatla telaffuz edilmesi, ne muhteşem. İnsan olma çabası
içinde olmak, bu sinerjide bir araya gelmek, ne güzel. Deǧil bir çakıl taşının, bütün dünya için de olsa, tek damla insan
kanının akmamasını idrak edilecek olmasının ihtimali, artık bu şuura
sahip olmak ve “önce insan” diyebilmek, ne hoş. Mutlu olmak için Türk olmaya gerek olmadıǧını, oysa salt insan olmanın yeterliliǧini düşünmek, ne güzel. Hala “vur de vuralım, öl de
ölelim” demek de bir o kadar, ne büyük çirkinlik. Bu insani tarafta olamamanın,
gayri insaniliǧin ayyuka çıkmasının da, en bariz belirtisi deǧil midir. Bu ve
benzeri çizgide olanlardan başka türlü olmalarını beklemek, siz deyin "ahmaklık," ben diyeyim "yanılgı." “Faşinismus” hastalıǧından, beyinlerin, biraz da olsa arınıyor olması, ne güzel.
İnsani güzelliklerden yana atan yürekler her daim hoş kılınacaklar, her iki tarafta yer alan salt yoksullar “vatan-millet-sakarya” teranesi ile ömürlerinin baharında, yok yere ölmeyecekler. Onlar da sevgililerinin ellerini sımsıcak tutma olanaǧını yakalayabilecekler. Umut dolu yarınlara, kalplerinin bütünü ile gülümseyebilecekler. Dar gelirli anne ve babalar; gencecik fidanları olan oǧullarının-kızlarının ölümlerinin ardından, kendi çocuklarının kılına dahi zarar gelmemesini garanti altına alan, varsılların-egemenlerin verecekleri maden parçası madalyalarla kandırılmayacaklar. Ve herşey insan için şiarının çok daha öne çıkması, ne güzel. Bayrakların; fakir ailelerin kırık dökük pencerelerinden sarkmayacak olması da, bir o kadar güzel.
Gelinen nokta o ki; hortlatılan, ihtimali
olmayan, kış mevsiminde dahi gelemeyen öcülerin artık gelmeyeceǧinin, idrak edilmesidir. Antalya, Alanya, Çeşme, İstanbul ve İzmir’de
yaşayan, buralarda bütün benlikleriyle tutunan Kürdün, saǧladıǧı refahı ve
korkusuz konumunu elinin tersi ile itip, “kuş uçmaz kervan geçmez” Kürt
daǧlarına gidip, ülkeyi bölmeyeceǧi de büyük bir gerçeklik. Yapılan sayımlarda;
üç milyondan fazla Türk-Kürt evliliǧinin olduǧu ve bu birlikteliklerden doǧan
çocuklar göz önüne getirildiǧinde de, akraba olan bu iki halkın birlikte, barış
içinde yaşamaktan başka çıkar yollarının olmadıǧı, daha da iyi görülür. Gün
olur; ellerinde renkli mendillerle Türkler ve Kürtler bir halaya girerler, ne Türkler başta, ne de Kürtler
bu şölenin sonunda yer alırlar. İçselleştirilen gerçek bir barış ortamının
getirisi olan; insani yaşamın çıtası oldukça yüksek ve muhteşem olacaktır.
İnsanımız çaǧdaş olamamanın, barışı
yakalayamamanın, eşit koşullarda kardeşçe yaşayamamanın, adil olamamanın ve yüreǧinde insani deǧerleri
taşıyamamanın; bir hayli yorgunu. Ama günlerin getirdiǧi; baskı, zulüm ve kan asla
olmasın. Hedefin umuda doǧru olduǧu yolculukta, yelkenler fora olsun. Güzel mi güzel olalım - “enseyi karartmayalım.“
Amsterdam, 8 Mayıs 2013