2 Kasım 2018 Cuma

İPEK MENDİL






   İPEK MENDİL

"Aramıza girmiş dağlar, denizler
Gelemem diyorum öf öf, sen gel diyorsun
Kar yağmış yollara, örtülmüş izler
Bulamam diyorum öf öf...
Sen bul diyorsun

Sanma bu sevgimiz sence yaygara
Ne dertler bıraktın öf öf, hep sıra sıra
Sen yoksun ya böyle ıssız Ankara
Sensiz Ankara
Duramam diyorum öf öf...
Sen dur diyorsun."   Ali Kızıltuğ


Çetin koşulları ile insanlığı tir tir titretip üşüten, hasta ve perişan eden soğuk zemheri ayı Bektaşlı Köyünde de evlerin kapı, pencere, delik ve eşiklerini olabildiğince sıkı sıkıya kapattırdı. Hafta boyu lapa lapa uçuşan beyaz kelebekler halinde yağan kar, İç Anadolu’ya gönlünce yayılan bozkırın dört bir yanını kocaman adamların boyu kadar kapladı. Bembeyaz bir boşluk oluştu.
Nuh Peygamber’den de evveli akmaya devam eden ve zemheride de beyazlara bürünmeyi kabullenmeden, Maviliğinden de ödün vermeyen Kızılırmak’ın boyu sıralanan Heciban aşiretinin köyleri, devasa beyaz bir çarşafın altında kayboldular. Taş duvarlı evlerin oyukları kar ile kapandı. Sisli soba bacaları görünmez oldu. Damların üstünü yığınla bir beyazlık kapladı. Bu yüke dayanamayan bazı damlar çöktü. İnsanlar el birliği yapıp, yün eldivenlerin geçirildiği ellerini buharlı hohlamalarla ovmalarının ardından, yıkılan damlarını yeniden onardılar. Komşuları ile evler arasındaki kar kütlelerini kargaların meraklı bön bakışları altında küreklerle küreyip, savaş siperleri benzeri üstü açık, gri gökyüzünün görümünü kapatmayan tüneller kazdılar. Bu oyuklar aracılığı ile iletişimlerini sürdürdüler. Bu geçitlerden gidip gelerek, kimi zaman ödünç üç yumurta, iki kuru soğan, altı yufka ekmek veya karları atmak için kürek istediler.
Günlerdir devam edegelen ayaz kuru ve dondurucuydu. Çıkan kar tipisinin ardından Kesikköprü’den Hirfanlı’ya kadar bozkıra serpişmiş olan bütün köylerin yolları tamamen kapandı. Onlarca köy bir anda ölü sessizliğine büründü. Dünya ile çok da içli dışlı olmadığı bilinen iletişimleri de tamamen ortadan kalktı. Tam anlamı ile “Adana’ya kar yağdı. Kar altında Kürt kaldı.”
Pamuk şekerlerini andıran bulutlar arasındaki uçuşları esnasında, heybetli gagalarını yere paralel gelecek konumda tutan leyleklerin, turnaların ve diğer göçmen kuşlarının uzun soluklu kanat çırpmaları ile daha sıcak ülkelere doğru uzaklaşmalarının üzerinden aylar geçti. Sarı sıcakların ter döktüren hükümranlığını bir kez daha sürdürdüğü, bütün canlıların kemiklerini ısıtan yaz ayları büyüleyici muhteşemliği ile bir kez daha geride kaldı. Köylerde bir kez daha verimli hasatlar kaldırıldı. Harmanlar savruldu. Nişanlı genç kız ve erkeklerin dört gözle bekledikleri gün bu yaz aylarında gelip boy gösterdi ve onlar da mutluluğa adım attılar. Gelinen bu zemheri ayında; pek çok yeni evli gelin karınları burunlarında evlerinin içinde bin bir naz ile dolanırlarken oturdukları pencere kenarında yayılan uçsuz bucaksız beyazlığı dalgın bakışlarla seyre daldılar.
Bektaşlı Köyünden İsmo da böylesine güzel geçen baharla birlikte deliler gibi sevdiği Esme ile nihayet nişanlandı. Muradına erdi. Sevincinden kalbine dur durak olamadı. Yüreği göğüs kafesinin altından bir kuş misali çırpınıyor, uçup gitmek ve adeta onu bir başına bırakmak istiyordu. Çok mutluydu. İnanılmaz bir hızla çarpan yumruğu büyüklüğündeki yüreğine ne denli büyük bir sevdayı sığdırdığına kendisi de şaşa kalıyordu. Öyle ki kimi zaman kendisinin bulutlarda gezindiğini de hissettiği oluyordu. Ona olan sevgisi; bir annenin evladını bağrına basması, bir babanın çocuğunun saçlarını şefkatle okşaması, serçenin yavrularının ağzına yiyecek vermesi, ayçiçeklerinin sarı başlarını usulca güneşe dönmeleri, kelebek misali usulca yârin yanağına konan bir buse, martının özgürce dünyayı çevreleyen mavi çarşafta süzülmesi, mahkûmun korku, kan ve ter içinde kazdığı tünelin sonunda aydınlığı görmesi, itfaiye erinin küçük bir çocuğu yangından son anda kurtarmasının yaşattığı sevinç veya tutturulan piyangoda atılan çığlık gibi bir duyguydu.
Nişanlısını görmeyeli hayli zaman oldu. Esme her haliyle sürekli çakır gözlerinin önünde gidip geliyordu. Onu ne çok göresi gelmişti. Bir an evvel gidip görmeliydi. Çetin geçen hava koşullarını usuna dahi getirmedi. Kendi köyü ile Esme’nin oturduğu Hirfanlı ile arasında en fazla on beş kilometrelik bir mesafe vardı. Üstünü iyi giyinir, kar botlarını da kalın yün çoraplarla ayaklarına geçirirse iki metre boyunda kar da olsa, bana mısın demezdi. Çok geçmez üç dört saat içinde soluğu sevdiğinin yanında alır ve saatler boyu onun ela gözlerinin içlerinde dururdu.
Yola çıkmak üzere tez elden hazırlıklara başladı. Esme için aldığı mavi kır çiçekleri ile bezeli ipek eşarbı avucunda ovuşturdu ve sonrasında uzun uzun kokladı. Büyük bir özenle katlayıp paltosunun iç cebine yerleştirdi. Hediyesini unutmaması lazımdı. Yoksa nişanlısının o güzelim yüzüne nasıl bakar ve onun ela gözlerinin içini nasıl güldürebilirdi. Kar ayakkabıları 'lekanları' yokladı. Bunlar sayesinde ne denli çok olursa olsun kara batmayacaktı. Akşam yemeğinden sonra kimselere görünmeden yola çıkmak niyetindeydi. Görünen o ki; Esme’sine giden çetin yol, ne yazık ki bu sert kış koşullarında kestirmeden değildi.
Acele ile yediği akşam yemeğinin hemen ardından, anne-baba ve kardeşlerine gözükmeksizin eşyalarının bulunduğu tandır damının kapısını sessizce araladı. Her şey tamamdı. Sıkıca giyindi. Lekanlarını köyün çıkışında botlarının altına tutturacaktı.
Yolu uzun ve oldukça zorluydu. Tipi, ayaz veya adam boyu kar umurunda değildi. Esme’ye geleceği günü çok önceden haber salmıştı. O da dört gözle İsmo’nun gelmesini bekliyordu. Esme aslında bu kar kıyamette gelmesinden korkuyordu, ama ona gelmemesi için haber salamadı. Kafasına koyduysa o her koşulda istediğini yapardı. Kendisine koşa koşa gelirdi. Bu yiğit adamı çok seviyor, ürkek bir kuş misali titreyen yüreği onun için atıyordu.
Karlara bata çıka güçlükle yol aldı. Kuyular Köyünü kulaklarında köpek havlamaları ile henüz ardında bırakmıştı ki, kurtlar tarafından yenilen savunmasız zavallı bir eşeğin karların beyazında etrafa serpilen kanları ve geriye kalan iskeleti gözlerine ilişti. Büyük bir ürperti duydu. Garip bir korkuya kapılmaktan kendisini alamadı. Burkulan yüreği ile yoluna yeniden koyuldu. Hirfanlı Köyüne ulaşmasına daha çok yol vardı. Hafif sakallı yüzü kah terliyor kah buza kesiyordu. Yorgunluktan ve soğuktan bitap düşmüştü ki, en nihayetinde Esme’sine kavuşmaya iki yüz metre kadar bir mesafe kaldı. Ay ışığı yerde ve evlerin damına yayılan her kar tanesini adeta birer pırlantaya dönüştürüyordu. Gözleri kamaştı. Kalan son adımlarında yığılıp kalmamak için canını dişine taktı.
Etrafta kimseler yoktu. Esme’nin penceresinden sıcak loş bir ışık süzülüyordu. Evin köpeği Paşa onu kapıda karşıladı. Bir iki kez havlamanın ardından, İsmo’nun yerde buz tutan karların üzerine attığı ekmeği görünce sus pus oldu. İsmo yavaşça loş ışıklı pencereye yöneldi. Donmak üzere olan parmakları ile buğulu camı hafiften tıklattı. Sesi duyan Esme’nin yüreği bir anda yerinden çıkacak gibi oldu. Çabukça camdan nişanlısı İsmo’yu içeri aldı. Bütün yaşamları boyunca böylece birbirlerinden kopmadan sarılıp kalacaklarmışçasına bir duyguya kapıldılar. Esme nişanlısının ne çok üşüdüğünü, donmak üzere olduğunu fark edip yün bir battaniye ile İsmo’yu güzelce sarıp sarmaladı. Ellerindeki yün eldivenleri çıkardı. Donmalarına ramak kalan, hasret kaldığı İsmo’nun ellerini kondurduğu onlarca öpücük ile ısıttı. Tekrar birbirlerine sımsıkı sarıldılar.
Esme’nin babası Mılo’yu uyku tutmadı. Duyduğu baş ağrısı da gittikçe artıyordu. Ne yapacağını şaşırıp kararsızlıkla etrafına bakınırken, karısı Fato’nun çoktan uyuya kaldığını gördü. Bir iki seslense de, o oralı olmadı. Horlamaya devam etti. Mılo uzandığı yataktan usulca kalkıp mutfağa yöneldi. Bu sırada kulağına sesler geldi. Gülüşme seslerinin Esme’nin odasından geldiğini görünce yolunu değiştirdi. Kapıyı hızla açtı. İsmo ile kızı Esme sarmaş dolaştı. Gözlerine inanamadı. Baş ağrısından eser kalmadı. Gece yarısı bin bir küpe bindi. Evin altını üstüne getirdi. O hiddetle sopasını aranadururken, İsmo girdiği pencereden tekrar atlayıp soluğu hızla kaçmakta buldu. Ne yazık ki, eldivenlerini ve atkısını, acele ile sıvışırken Esme’nin yanında bırakmıştı. Son anda akıl edip lekanlarını almayı unutmamıştı. Geldiği onca yolu nasıl dönecekti? Yorgunluktan ve uykusuzluktan ölüyordu. Daha kemikleri dahi ısınmamıştı ki, kayınbabasının gelmesi ile neye uğradıklarını şaşırmışlardı. Koşa koşa Hirfanlı Köyünün dışına ulaştı. Az ileride kuytuluk bir yerde bir kaya oyuğu gözlerine ilişti. Biraz dinlenmek üzere o yöne doğru yorgun adımlarla yöneldi.
Kayalığın oyuğunda soğuk rüzgârın esintisi çok hissedilmese de, burada da uzun süre hareketsiz kalınmazdı. Donduran bir soğuk vardı. Oturduğu yerde Esme ile birbirlerine sarılmaları gözlerinin önünden art arda film kareleri halinde geçti. Ne kadar da güzeldi. Ela gözleri ile kendisine baygın ve büyük bir hayranlıkla nasıl da bakıyordu. Eldivensiz ellerinde sevdiğinin öpücüklerini aradı. İçini tatlı bir ürperti aldı. Esme’sine eşarbını dahi vermeye fırsat bulamamıştı. Paltosunun cebinden ipek eşarbı çıkardı, sakallarında gezdirip, kokladı. Bu büyüye kendisini öylesine kaptırmıştı ki, çok geçmeden göz kapaklarının altına çöken tatlı ağırlığa direnmeden teslim oldu. Olduğu yerde uyuya kaldı.
Gün her zaman olduğu gibi bütün renkleri ile ışıdı. Güneş ışınları bir prizmadan geçer gibi renklere ayrılıyordu. Kuyular Köyünden Hınto sabah ezanı ile birlikte uyanmış, Hirfanlı Köyüne doğru karlara bata çıka yol alıyordu. Kayalıkların dibinde bir karaltı görür gibi oldu. Merakla oraya doğru koşturdu. İsmo’nun boylu boyunca uzandığını görünce, heyecanla baktı. Onu tanımakta gecikmedi. Bu delikanlının bu saatte, bu halde ne işi vardı buralarda? Hınto bütün bedeninin buza dönüştüğünü fark edince, ne yapacağını şaşırdı. Dizlerine vurup feryat-figan eyledi. Yardım istedi, ama ortada kimseler görünmüyordu. İsmo’nun avucundaki ipek mendil rüzgâra kapılıp karın yüzeyine çıkan bir çalıya takılmıştı. Güneşin ışınları ince dokulu eşarptan geçip mavi kır çiçekleri ile beyaz kar üzerinde usta bir ressamın tablosunu oluşturuyordu.
Kara haber Esme'ye bir anda beynine indirilmiş binlerce şamar etkisi ile ulaştı. Yürekleri dağlayan matemle geçen altı ayın ardından, Esme ve İsmo’nun kardeşi Süleyman kıyılan hoca nikâhı ile dünya evine girdiler. Düğün benzeri herhangi bir kutlama yapılmadı. Bütün ömrü boyunca yüreğinde bir yumruk halini alan sıkıntıyı bir an için atamadı. Dünyası devrildi. Yaşadığı bir nevi gülün cehennemiydi.  Her an durmak nedir bilmeyen göz yaşlarını elinde her zaman sıkıca sakladığı ipek mendille kuruladı. Tek tesellisi sonradan kendisine ulaştırılan bu hatıraydı. Nişanlısının acele ile unuttuğu eldivenlerin ve atkısının kokusu bu hayatta nefes almaya devam etmesini sağladı. Bir yıl sonra dünyaya gelen oğlunun adını İsmo koydu.


Amsterdam, 2 Kasım 2018 

1 yorum:

  1. "İpek Mendil" türkülerin konusu olduğu gibi öykülerin de imgesidir. İlk kez Sait Faik'in Bursa'da öğrenciyken yazdığı "İpek Mendil" öyküsündeki dramı, Aydın Yılmaz dostumuzun İçanadolu Kürtlerinin doğasında gerçekleşen bir öykünün başlığı yapması, çok anlamlı. "Esamesi okunmayanların dramları"nı okunur hale getiren Aydın dostumuzun kalemine ve yüreğine sağlık.

    YanıtlaSil

KORKU

      KORKU   “Elimde değil Olric! Ne efendimiz? Elleri Olric elleri…”   Oğuz Atay - Tutunamayanlar   Fırtınalı bir denizin da...