İKİ NUMARALI ODA
Balık istifi tıka basa dolu olan, Büyükcamili Köyü’nden Aslan’ın sarı Ford
marka minibüsünün yolcularının tamamı Kesikköprü Köyüne aitti. Minibüs şose
yolu tozu dumana katarak, Kızılırmak boyunca serpiştirilmiş köy evlerini
ardında bıraktı. Aracın tekerleklerinden bulutlar halinde yükselen tozlar, önce
en yakındaki evlerin duvarlarına ve çatılarına kondu, uzaklara doğru uçuşabilen
zerrecikler ise Kızılırmağın mavi sularında kayboldular. On iki yolcu
kapasiteli araçta yer alan, on sekiz Kesikköprü’lünün güzergahı, yeni umutlara
doğruydu. Bir hafta önce Muhtar Elo’nun evine, sahiplerine dağıtılmak üzere
gelen mektuplar, heyecanla, bu on sekiz köylüye ulaştığında, kendilerinin ve
ailelerinin çehrelerine büyük bir gülümseme, mutluluklarının göstergesi olarak
gelip, usulca kondu.
Bu evrak, İş ve işçi Bulma Kurumu imzalı ve mühürlü idi. Minibüsün en arka
sırasında oturan Gaso, cebine özenle yerleştirdiği ve elini sürekli üzerinde
tuttuğu mektubu bir kez daha çıkartıp, heceleyerek okumaya başladı.
“Sayın Gıyasettin Demirci* bey; yurt dışına göçmen işçi olarak gitmek
üzere, bir yıl önce kurumumuza müracaat ettiniz. Yapılan araştırmalar
ve çekilen kura sonucu Federal Almanya Cumhuriyeti’ne işçi olarak
gitmenize kurumumuz tarafından karar verildi. Federal Almanya Cumhuriyeti’den
gelen sağlık görevlileri tarafından, gerekli olan sağlık muayenesinden geçmeniz
için, 16 Ağustos 1965 tarihinde, Pazartesi günü saat 09.00 da Tınaz Tepe
İlkokulu Bala adresinde sizi bekliyoruz.” Evet bir yanlışlık yoktu, gün, saat
ve yer doğruydu. Resmi evrakı tekrar özenle katlayıp, cebine koydu.
Mektubu tekrar okuduğunu arkadaşlarına göstermek istemediyse de, minibus’un
en arka sol tarafında, sırtını hafiften yanındaki arkadaşı Cemil’e dönerek
okuduğu halde, bu durum kader ortağının gözünden kaçmadı.
“Ne o lan Gaso, yüz kere okudun, bin defa da bize sordun. Tamam Almanya’ya
gidiyorsun. Çil çil yeşil marklar, sarışın Alman kızları bizim yolumuzu
gözlüyor, inan artık buna. Ama senin payına Alman nineleri düşecek. Kaderine
küseceksin. Yapılacak bir şey yok.” Cemil minibüs içindeki uğultuyu bastırarak,
Gaso’ya bunları söylerken, aracın içinde şoför Aslan da dahil olmak üzere
herkes yüksek bir sesle gülüştü. Gaso kafasını önüne eğip, arkadaşlarının
kahkahalarını duymazdan gelerek, üzerine yönelen alaycı bakışlarından da
gözlerini kaçırdı.
Minibüs şose yoldaki irili ufaklı çukurları inip, çıkarak, çakıl taşlarını
hızla yanlara doğru fırlatıp, toz içinde ilerledi. Bala Devlet Üretme
Çiftliği’ni geçerlerken, aracın içindekiler, sanki buraları son kez görüyolarmış gibi bir
duygu ile gözlerini dışarıya odakladılar. Çiftlikte sabah kahvaltısı olarak da
adlandırılacak olan otlanmaya çıkan yüzlerce koyun: hızla geçip giden aracın
içindeki yolculara bakarlarken, yolcular da aynı gariplik ve buruklukla,
hüzünlü bir ses tonu ile meleşen sürüye baktılar. Herkesin pür dikkat sağa
doğru kıvrılan kafalarını fark eden, Aslan da kafasını çevirip, baktı, o esnada
yoldan çıkar gibi olduysa da, direksiyonu çabuk toparladı, bu bakışlara anlam
veremedi. Ama sormaya da hicap etti.
Aslan hızla Bala’ya ulaştı. Az ileride bir kaç tane kavak ağacı ve bir kaç
katlı pembe ve sarı boyalı bina gözüktü. Yol bu kısımda asfalt olduğu için toz
kalkmıyordu, ama yama şeklinde yapılan onarımlar, aracın sallanmasına yol
açıyordu. Kasabanın girişindeki bir kaç binayı geçtikten sonra, kaptan şoför
Aslan minibüsünü hemen sağ tarafta, büyük bir avluda yer alan Tınas Tepe
İlkokulu’nun önünde durdu. Umut yolcuları heyecan ve tedirginlik içinde inip,
askeri bir sıra halinde ayakkabılarındaki tozları atmak için, ayaklarını yere
sertçe vurarak, kalabalıktan sıyrılarak, içeri girdiler. Ellerinde hazır
tuttukları resmi evrakları birer birer küçük bir masanın ardındaki görevliye
uzattılar. Bekleme salonu doluydu. Boğuk bir havanın hakim olduğu salonda,
Sarkık bıyıklı bir görevli bir sandalyeye çıkıp, yüksek sesle isimleri
okunanların belirtilen numaralı odalara gitmelerini bağırıyordu. Kesikköprü
kafilesi yürekleri ağzında, iliştikleri bir köşede isimlerinin okunmasını
heyecanla beklediler.
Aslan, yolcularının işlerinin uzun süreceğini bildiği için, aracını alıp,
yaklaşık altı yüz metre ileride, ilçe merkezindeki bir kahvehaneye geldi. Yüzü
sivilce kaplı genç bir garsona, büyük bir bardak çay ısmarladı. Yol üzeri
pastahaneden aldığı ve bir gazete kağıdına sardırdığı iki simidi çıkarıp, büyük
bir iştahla yedi. Bir taraftan da getirdiği yolcuların akıbetini merak
ediyordu. Bildiği kadarı ile Almanya’ya gidebilmeleri için, tepeden tırnağa
kadar sağlıklı olmaları gerekiyordu. Daha önce Kuyular Köyü’den getirdiği işçi
kafilesi de aynı muayenelerden geçmişlerdi. Anlattıklarına göre, işçi
adaylarını çırıl çıplak edip, at satın alır gibi, tek tek
dişlerine dahi bakıyorlardı. Genelde beyaz önlüklü yeşil gözlü, sarı saçlı
sağlık görevlileri, göçmen işçi adayının etrafında dönüp, mahrem yerlerine dahi
bakıp, her şeyin olması gerektiği gibi yerli
yerinde, olup olmadığını uzun uzun inceleyip, ellerindeki
deftere not düşüyorlardı. Muayene edilenlerin en utandıkları an, kıçlarına
yetkililerin gözlerinin iliştiği anlardı. Namus elden gitti deyip, umut vaat
eden günler adına, bu utancı sineye çekiyorlardı.
Sandalyedeki kısa saçlı sarkık bıyıklı, cılız görevli, Kesikköprü kafilesinden
önce Cemal’i, daha sonra art arda Osman, Süleyman, Hesso, Dağo,
Kamil, Fevzi ve en son da Gaso’nun adını cırtlak bir sesle bağırdı. Hepsi birer
birer odalara yönlendirildiler. Gaso iki numaralı odada muayyene
edilecekti. Heyecandan elleri terlemiş, boğazı düğümlenmiş gibi oldu. Odada üç
kişilik, beyaz önlüklü, plastik eldivenli, ikisi gözlüklü bir Alman sağlık
heyeti vardı. Gaso da diğerleri gibi, anadan üryan utana
utana soyundu. Kalbini, ciğerlerini göğsünden ve sırtından, nefes
alıp-verdirilerek ciddi bakışlarla dinlediler. Her defasında Almanca bir şeyler
söyleyip, kafa sallayarak masada oturan Alman görevliye bilgi verdiler.
Gaso’nun hisleri, her şeyin iyi ve yolunda olduğunu söylüyordu. En son
uzun sarı saçlı olan Alman görevli kendi ağzının açarak, Gaso’nun
da aynısını yapmasını söyledi. Gaso ağzını olabildiğince
açtı. Yine uzun sarı saçlı Alman Gaso’nun ağzına tutulan
ışıkla aydınlatılan dişlerine, karısının gün boyu ördüğü dantel
tığına benzer, çelik bir aletle bütün dişlerini kontrol etti. Sıra üst çenenin
sol tarafındaki azı dişlerine gelince, yüzündeki ifade aniden
değişti. Tığı andıran aletin sivri ucunu, en arkadaki iki dişin içlerine batırdı. Gaso büyük bir
acı duydu, gözlerini kırpmak zorunda kaldı. Alman görevli masadaki arkadaşına
zafer işareti yapar gibi, parmakları ile iki
dişinin çürük olduğunu anlattı. Muayyene bitmişti. Muayene
sonunda Almanya’ya gidecek olanların listesini, hemen okul panosuna asacaklardı.
Mesai saati bitti. Uğultulu kalabalık meraklı gözler ile listenin
asılmasını beklemeye koyuldular. Çok geçmeden sarkık bıyıklı çığırtkan
görevli, üç sayfadan oluşan listeyi getirip, toplu iğneler ile sert bakışlı bir
Atatürk portresinin altında yer alan, kırmızı kadifeli panoya iliştirdi.
Panonun önünde insanlar birbirlerini ite kalka yığıldılar. Adını okuyabilenler,
sevinç ve mutluluk bağrışları ile ellerini çırparak, aynı duyguları
paylaşan arkadaşları ile kucaklaşıp sevinçlerini paylaştılar. Gaso ayaklarının
ucunda yükselerek adını aradı. Hiçbir listede adını
göremedi. Üzüntü ile yine ayaklarının ucunda yükselerek, tekrar
tekrar baktı. Diğer bütün köylülerinin isimleri listede yer alıyordu.
Kalbi duracakmış gibi oldu. Kalabalığı yara yara
köylülerinin yanına geldi. Hepsinde bayram havası vardı. Gaso’yu
böyle üzgün görünce, olup biteni anlamakta zorlanmadılar. Cemal ürkek
adımlar ile Gaso’nun yanına geldi.
“Elo Gaso, te çırkır, listeda nave te tüne? – Ula Gaso, ne yaptın, listede
adın yok mu?” diye sordu. Gaso az ilerideki iki numaralı odayı göstererek;
“Te iki numero kıro, te şansi kıro… - Koduğumun iki numarası, koduğumun
şansı…” deyip, buğulu gözlerini büyük bir matemle yere eğdi. Üzüntüsü büyüktü.
Her şey bitmişti. Bütün hayalleri köyünü baştan aşağı bir yılan kıvrımı ile
dolaşan Kızılırmak’ın sularına düştü. Umut yolcuları olan köylüleri de Gaso’nun
durumuna üzüldüler. O’na sarılıp. Teselli etmeye çalıştılarsa da
nafile.
Aslan son derece mutlu on yedi ve bir o kadar da üzgün olan bir yolcusunu
alıp, tekrar Kesikkoprü Köyü’nün yolunu tuttu. Gaso, aracın girip çıktığı
çukurları, tozu-dumanı, çiftliğin merasında otlamaya devam eden melul bakışlı
koyunları fark etmedi. Sadece;
“Te iki numere kıro, te şansi kıro…” deyip, durdu.
Kızılırmak boncuk mavisi rengini öne çıkarıp, gökyüzüne kimin daha mavi
olduğunu sorar gibi nispet yapıyordu. Gaso üzgündü. Cemal, Osman, Süleyman,
Hesso, Dağo, Kamil, Fevzi ve diğerlerinin sevinç ve mutlulukları gölgeli idi.
Büyükcamili Köyünden kaptan şoför Aslan, mutluluk konusundaki oylamasında
çekimserdi. O gün bugün, Kesikköprü’lüler iki numaralı olan her şeye
ikircilikle yaklaşır oldular.
Amsterdam, 19 Haziran 2015
*Gaso, Türkçe karşılığı Gıyasettin.