ATEŞ
"Tanrı görmesin harflerimi
İnsan bir hata diyor durmadan
Ve hatasını düzeltmek için
Acı veriyor
Sadece acı."
Bejan Matur
Hızla geçip giden onlarca bin yıla karşın, Dünyalıların “kelebek ömrü” yaşamlarında; insanlık kavramı bütün zorlamalara karşın keşfedilemeyenlerden olmaktan kurtulamadı. İnsan diye adlandırılan çeşitli renk, ırk, inanç, kültürel ve etnik farklılığı barındıran beşerin; kıyısından, köşesinden, yüreğinden, elinden, beyninden ve de şiş göbeklerinden, bu ulvi kavram adına bir şeyler her daim eksik kalakaldı, bu anlamda bir çentik atılamadı. Gelinen noktada, ateş yeniden mi bulunmalı acaba diye, düşünmeden edemiyor insan. Bir de yeniden, sil baştan yeni ak sakallı peygamberler buyur edip gelecekse; bu kez sakallı olmayan, tıraşlarını güzelce olmuş, mis amber kokularını sürmüş, saçlarını taramış, erkek olmaları da şart değil hani, tercihen alımlı, güzel Tanrıça Afrodit gibi bayanlar olmalı belki de. Tekerlekler menzile tam gaz dönedururken, içinde insani yaptırımların bulunduğu, yeni altın varaklı kalın kitaplar da inmeli mi dersiniz? En son bin beş yüz yıl kadar önce gelip, insanlara Arap çöllerinden işmar eden peygambere kadar, gelenlerin bugüne değin anlatımlarının ve sağlık verdiklerinin, görünen o ki pek de faydası olmamış gibi. Gösterilen yolda, bir arpa boyu gidilmediği de görülmeli artık. O nedenledir ki, şimdilerde çok yeni ve oldukça farklı şeyler söylemenin zamanıdır. Kızıl ateşin aydınlığının ve sıcaklığının biteviye sönmemesi için, avurtlarımızı zurna veya saksafon çalanlar gibi şişirip şişirip, kuvvetlice üflemeli, şavkı gözlerimizi kırpıştıran o muhteşem kızıl güzelliğin kuş misali elimizden kaçıp, gitmesine mahal verilmeden, kor alevler yeni kuru odunlar ile beslenmeli.
Olur ya, gelmelerine
gereksinim duyulursa, yeni gelen peygamberler çok farklı nutuklar atmalı.
Mesela Tanrının hiç te anlatıldığı gibi cehenneminin olmadığını. O nedenle
kimselerin kara katran kuyularına atılmayacağını. Kazanlarda tamtamlar çalıp,
kimselerin yanmayacağını, insan bedenlerinin soslanıp, mangal partilerine
malzeme olmayacağını anlatmalılar, Kim ne yaparsa yapsın, ne günah işlerse işlesin,
salt yaşamı ve yaptıkları doğrultusunda insanlık, onur ve haysiyet çıtasının
kertesini, kendi başının dikliği için, daha yukarılara kaldıracağını söylemeli
belki de. Korku ile sevginin bir arada olamayacağı belirtilmeli. Tanrının
yamyam olmadığının altı çizilmeli. Cehennem diye bir kavramın olmadığı,
Tanrının, insanlığın yaşadığı bu gezegenin ilk önce cennete çevrilmesini
istediği, doğanın korunması, dünya güzelliklerinin gelecek kuşaklara miras
olarak bırakılıp, har vurup harman savrulmaması gerektiği, rant uğruna her
şeyin mübah görülmemesi insanlığa ince ince anlatılarak iletilmeli elbette.
Ateş yeniden
bulunmalı. Bulunan ateş harlanmalı. Var olan bütün ışıklar yakılmalı. Güneş
bütün renkleri ile doğmalı. Kör karanlık aydınlatılmalı. Büyük insanlığın,
büyüklerinin baş danışmanlığına belki de “Küçük Prens” mi getirilmeli.
İnsanlığa “görmenin göz ile değil, bunun bir yürek işi” olduğu kavratılmalı.
Mesela Nazım yeniden
sevda ve aşk şiirleri yazmalı. “Salkım söğütler ağlayıp, karalar bağlamamalı”
gayrık. “Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi birlikte-kardeşçesine
yasanmalı. Bursa’da havlucu Recep’e, Karabük’teki fabrikada tesviyeci Hasan’a,
fakir köylü Hatçe Kadına, ırgat Süleyman’a, sana, bana, düşünen insana ve de
vatana kimseler düşman” olmamalı, “dolaşbilmeli, hem de elini kolunu sallaya
sallaya, bu memlekette ve de tüm dünyada, en şanlı elbisesi ile, yani işçi
tulumu ile hürriyet.”
İnce Memet atını
incitmeden mahmuzlayıp, yalnızca Çukurova'yı, Anavarza’yı değil, dünyayı, dört
nala bir baştan bir başa koşturmalı. Abdi Ağalar kovulmalı dünyamızdan.
Memed’ler ince veya kalın olsunlar fark etmez, tarlalarını sürüp, Hatçe’lerini
atlarının terkilerine alıp, rahvan yürümeliler. Şair Hasan Hüseyin’in de
dizelerinde haykırdığı gibi; Hatçe’ler “çok şükür çok şükür büyüseler de, hem
Hatiş olmalılar, hem de istiyorlarsa komünist bile olabilmeliler,” özgür ve hür
bir dünyada. Dört bir yanda beyaz güvercinler uçuşmalı.
Güney Yılmaz’lar ki;
“kendisinden başka herkesin üzüntüsünü, üzüntüsü, acılarını acıları yapmışlar.”
O nedenle hayat kendilerine mutlu olma şansını çok görmemeli. İnsanlığın,
“dünyanın öbür ucunda, hiç tanımadığı birisinin gözyaşına içi
parçalanabilmeli.” Belki de kediler için ağlandığı, kuşların yası tutulduğu”
zaman insan da olunur, insanlık da yeniden keşfedilir.
Ateş yeniden
bulunmalı. Tekerlekler hızla dönmeye devam etmeli. Hamingway’in eseri
(silahlara veda), insanlar gerçekten de insan ise, film olarak kalmamalı,
silahlara gerçekten veda edebilmeli. Aram Tigran’ın dediği gibi tank, tüfek ve
toplardan cümbüş yapılmalı. Veysel’in gözleri iyileştirilip, “yürüdüğü ince ve
uzun yolu,” asfaltlanıp genişletilmeli belki de. “Sadık yari kara toprağa”
bakan gözlerle kavuşmalı Şatıroğlu Veysel. Gönlü alınıp, özür dilenip, küsüp
gitmesine müsaade edilmemeli Ertaş Neşet. “mezar arasında harmanın olmayacağı”
sözüne kulak verilmeli. “İki büyük nimet olan, anaların ve yarların” kıymeti
bilinmeli, her ikisinden de vaz geçilmemeli.
Dostoyevski’nin
insancıkları, fakir memur Makar Devushkin, sevdiği uzak akrabası Varvara
Alekseyevna’ya sevda mektupları yazmaya devam etmeli. Aşkları dallanıp
budaklanmalı ve meyvelerini vermeli. Bu ölümsüz sevgi, salt mektuplaşma düzeyinde
kalmamalı. Makar sevdiceği Varvara’nın yumuk ellerini tutup, gözlerinin içine bakarak
aşkını, “meleğim, anacağım, Varvara’m” diyerek açıklayabilmeli. Bu kor alevlerle yanan sevda da
finalini yaşayabilmeli.
Keza Ahmet Arif;
Leyla Erbil’e “Oy sevmişem ben seni” diye, haykırırken; yazıktır, günahtır,
şair yüreği platonik bir aşka gark olmamalı. Leyla’sı da aynı tonda ve
sevecenlikte avazı çıktığı kadar haykırıp, “ben de seni seviyorum, lo lo Kürt uşağı” diyebilmeli. Ahmet Arif’in o
nadide duygu yüklü yüreğine dokunabilmeli, bazı şeyler yarım kalmamalı.
Mem û Zin, Ferhat ile
Şirin, Leyla ile Mecnun sevdalarını doyasıya yaşamalı. Aşkları için zindanlarda
ölmelerine, dağları delmelerine, ne de mecnun olup, çöllerde kaybolmalarına
gerek olmamalı.
Ateş yeniden
bulunmalı. Dönen tekerlekler, dünya çocuklarını alıp, Güney Afrika’ya
götürmeli. Şen şakrak çocuklar, dans ederek, dedeleri Madiba’nın ellerini
öpmeliler. Apartheidlerin köküne kibrit suları dökülmeli. “O güzel insanların,
o güzel atlara binip gitmelerine” bir daha asla müsaade edilmemeli artık.
İnsanlığı keşfeden bu güzel insanların mirası olan insanlık bir tarafa
atılmamalı. Bu güzelim, kır çiçeklerinin buram buram koktuğu, ferah, aydınlık
yolda kendine yakışır değerlere, kendini keşfetmeye doğru, peygamberlere
gereksinim duymadan ilerlemeli insanlık.
Ateş yeniden
bulunmalı. Hızla dönen tekerlekler, insanlığı daha iyi insanlar olmaya doğru
taşımalı. Bu newroz ateşi dünyayı ipil ipil aydınlatmalı, kızıl alevler
insanların yüreklerini ısıtıp, güzelliklere doğru akıp, gitmelerine teşvik
etmeli.
Sonuç olarak, pek de pembemsi olmayan kan revan içindeki hazin tabloya rağmen, yine de bir türkü mırıldanmakta fayda var gibi.
Sonuç olarak, pek de pembemsi olmayan kan revan içindeki hazin tabloya rağmen, yine de bir türkü mırıldanmakta fayda var gibi.
"Ah bir ataş ver cigaramı yakayım.
Sen salın gel ben
boyuna bakayım."
Amsterdam, 28 aralık
2015