BİR BARDAK ÇAY
Amsterdam. Venedik ve Paris’ten sonra dünyanın başka
bir aşk şehri. Avrupa’nın ise adeta küçük New York’u. Belki de yaşadığımız ve
“kelebek ömrü” diye adlandıracağımız, yaşam acemisi biz insanlara tabiatın sunduğu bu kısa zaman dilimi kaşla göz arasında, istemimiz dışında apansız sonlanmadan önce görmemiz gereken on şehirden biri. Kanalları,
köprüleri, meydanları, oldukça eskilere dayanan muhteşem tarihi dokusu, özgün mimarisi, yel
değirmenleri, laleleri ve insanının mütevaziliği ile aynı zamanda, her yıl milyonlarca
ziyaretçiyi ağırlayan yegane bir yerleşim yeri.
Amsterdam'da işler bir İsviçre saati ritmi ile “tıkır tıkır”
yürür. Varacağınız yere tam zamanında varır, herhangi bir randevunuzda taraflar
dakikası dakikasında sözleştiğiniz yerde gülen yüzleri ve samimiyetleri ile bitiverirler. A' dan Z’ye her şeyin
ahengi insanı hayrete düşürür. Yer yer sokağın kirliliği, hareketliliği,
rahatlığı, ulaşım amacı ile pedalları çevrilen yüz binlerce bisikleti, süt dolu memelerini taşımakta zorlanan benekli inekleri, sarı bukleli kızları, dünyanın
dört bir yanını yansıtan çok kültürlülüğü ve sokakta karşılaşan herkesin
birbirini tanısın tanımasın gülümsemelerle selamlaması; yaşanmışlığı çok bariz
bir şekilde hissettirir.
Betimleme ustalarının dahi anlatımındazorlanacağı bu güzelim aşk
şehrinde, yoğun geçen çalışma günlerinin ardından, Pazar sabahı Esther daha iyi dinlenme maksatlı inatla yatağında kalmayı sürdürüyor. Uzun heybetli saman sarısı saçları, kafasının
altında yassılaşan kuş tüyü yastığa tamamen yayılmış bir halde,
biçimli-davetkâr dudaklarında güzel bir gülümsemeyle öğleye kadar uyuyor. En
nihayetinde dinlenmiş olduğu kanaatine varıyor ve açık yeşil gözlerini art arda
çocuksu kırpıştırmalarla birlikte iyice geriniyor. Evet, deliksiz bir uyku ile
kendisine geldi. Rüyasında süt beyazı pamukcuk bulutlarda yürüyor ve sendelemelrle düşmemek için güçlü bir ele sıkıca
tutunuyordu. Başka bir eli tutmak ürperti verse de, o an rüyasında da olsa
yaşadığı bu güven duygusunun güzelliği kendisini gülümsetmeye yetiyor. İçini
anlayamadığı akışkan bir sıcaklık aldı. Şimdi iyi bir sabah kahvaltısını hak
ediyordu. Kollarını sıvadı. Kısa bir zaman sonra kahvaltıda yok yoktu. Her şeyi
bir çırpıda hazırladı. Güzel havada keyifli bir kahvaltı kendisini bekliyordu.
Duş öncesi altını yaktığı çaydanlıktan bulutlar
halinde buharlar yükseldi. Çay ve kahvaltısı kendisini bekliyordu. Her şey
leziz. Özellikle kaşarlı sahanda yumurtanın kokusuna ve görünümüne bayıldı.
Hazırladıklarını bir bir balkonundaki sehpanın üzerine taşıdı. İştahla yaptığı
güzel bir kahvaltının ardından arta kalanları tekrar mutfağa götürdü. Evet,
şimdi de bir keyif çayı içebilirdi. Çay dolu bardağı ile balkona geldi,
ayaklarını uzattı.
Boncuk mavisi gökyüzünün tepesinde yer alan güneş balımsı renkte ve sıcaktı. Ağaçların dallarında dinlenen kuşlar yaprakların arasında cıvıltılarla hararetli sohbet ediyorlardı. Sıra ile cıvıldaşsalar da zaman zaman birbirlerinin sözünü de, insanların sık sık yaptığı gibi kesmiyor değillerdi. Ama konuştukları salt sevgi, aşk ve güzellik üzereydi. Erkek serçe arkadaşına onu her daim gözünden dahi sakınacağını, yüreğini dopdolu ve mesut kılan sevgisinin sonsuza kadar olacağını anlatma çabasına girmişti. Bütün bunları duyan karga kendi kendisine gülüyor.
Boncuk mavisi gökyüzünün tepesinde yer alan güneş balımsı renkte ve sıcaktı. Ağaçların dallarında dinlenen kuşlar yaprakların arasında cıvıltılarla hararetli sohbet ediyorlardı. Sıra ile cıvıldaşsalar da zaman zaman birbirlerinin sözünü de, insanların sık sık yaptığı gibi kesmiyor değillerdi. Ama konuştukları salt sevgi, aşk ve güzellik üzereydi. Erkek serçe arkadaşına onu her daim gözünden dahi sakınacağını, yüreğini dopdolu ve mesut kılan sevgisinin sonsuza kadar olacağını anlatma çabasına girmişti. Bütün bunları duyan karga kendi kendisine gülüyor.
“Serçeler bunu her bahar söylerler. Sen bunları külahıma
anlat.” diyor. Ardından yüksek sesle “gaaarkkk” diye bir ses çıkarıp iki
sevgiliyi alaya alıyor. Allahtan minik sevgililer kargayı hiç ciddiye
almıyorlar. Ama karga gevezeliğe doymuyor. Susmak nedir bilmiyor.
"Bu insanlar da çocuklarını kendi yalanlarına ortak ediyorlar. Onların hayal dünyaları ile oynuyorlar. Yok bebekleri leylekler getiriyorlarmış da, bilmem neler? Leylekler önce kendi yavrularına sahip çıksınlar. Gaarrkkk..." Bir sonraki ağacın bir dalına tüneyen baykuş, kargaya hak verdi.
"Doğruları söylüyor, vallahi. Karganın hakkı var." deyip, düşünmeye kaldığı yerden devam ediyor.
"Bu insanlar da çocuklarını kendi yalanlarına ortak ediyorlar. Onların hayal dünyaları ile oynuyorlar. Yok bebekleri leylekler getiriyorlarmış da, bilmem neler? Leylekler önce kendi yavrularına sahip çıksınlar. Gaarrkkk..." Bir sonraki ağacın bir dalına tüneyen baykuş, kargaya hak verdi.
"Doğruları söylüyor, vallahi. Karganın hakkı var." deyip, düşünmeye kaldığı yerden devam ediyor.
Esther çayından bir yudum almak için eğilmişti ki, kırklı
yaşlarda uzun saçlı, iyi görünümlü kumral bir adamın bir şey sormak ister gibi
bir duruşla kendisine baktığını fark etti.
“Merhabalar. Bir şey mı soracaktınız?” Adam çekinceli
rahatsızlık verdiği hissi ile biraz gerildi. Bunu fark eden Esther devamla;
“Hazır çay var içmek ister misiniz?” Bunu duyan adam
rahatlamakla birlikte büyük bir şaşkınlıkla;
“Evet. Tabii ki. Neden olmasın. Çok teşekkür ederim.
Ne kadar naziksiniz. Doğrusu hiç beklemiyordum.” deyip atik bir hareketle zemin
kattaki balkona sırtındaki çantasını sıkıca tutup atladı.
Esther’in sunduğu çaydan büyük bir rahatlama ile
yudumlar alan Eliot adlı adam Fransa’dan geliyordu. Amsterdam’da bir iş bulmuş
ve buraya yerleşecekti. Sohbet şerbetli bir hazla devam etti. İçilen çayların
ardından muhabbetlerini bira, kırmızı şarap ile sürdürdüler. Akşam oldu.
Esther’in bir alt sokaktaki restorandan ısmarladığı pizzaları da zevkle
yediler. Ay bir ayna gibi önceleri duvara asılı dururken, görünmeyen eller alıp
göğün tavanına astı. Allah’tan tavandaki çiviler daha öncesinden sabit bir yere
çakılı olduklarından, çekiç kullanımı olmayınca rahatsız edecek gürültüler de
olmadı. Göğün tavanına asılı olan ay milyonlarca yıldız ile kol kola girip
alaca karanlığı kurşuni-romantik bir aydınlığa dönüştürdü. Sehpadaki mum alevi
coşkuyla sağlı sollu narin hareketlerle bir başına dans ediyordu.
Yemeğin ardından konyak faslı ile devam edildi. Gırla
giden sohbete diyecek yoktu. Ester aynı zamanda Fransız edebiyatı hayranı idi.
Eliot’un da yakından ilgili olduğunu görünce, bu konuda uzun uzun konuştular.
Bu sohbettin hazına doyamadı. J.Paul Sartre, Simone de Beauvoir, Honere de
Balzac, Emile Zola, Marcel Proust, Gustave Flaubert, Victor Hugo ve diğer
Fransız edebiyatı değerlerinin ruhlarını şad eylediler.
Esther birden saatine baktı ve vaktin gecenin kırkı
olduğunu görünce ne yapacağını şaşırdı. Sonrasında Eliot geldiği zaman bir şey
soracağını hatırladı ve bu soruya meydan vermediği için onun bu saatte hala
burada olduğunu anladı. Çekinceli bir eda ve merakla sordu.
“Sevgili Eliot, sahi sen bana bir şey soracaktın ama
hala sorunun ne olduğunu bilmiyorum.” Eliot’un yüzüne doğru hafiften mahcubiyet
veren bir pembelik yürüdü. Kendisini tez elden toparladı. Bu sırada iki tane
yıldız art arda kaydı. Esther’in gözleri kayan yıldızları takip ederken, Eliot
da sorusunu dile getirdi.
“Şeyy… Ben bu yakınlarda bir otel olup olmadığını
soracaktım.”
“Şu anda otelindesin Eliot. Yatak odan da yukarıda.
Hadi tanışmamızın şerefine içelim.” İlerleyen gecede kristal kadehlerin
çınlaması duyuldu. Ay Dede göz kırpıp kadeh kaldırdı. Yıldızlarla tokuşturduğu
bardağından gelen ses uzaklarda kaldı. Esther balkonda iki kıllı erkek kolunun
beklemediği bir anda belini sıkıca kavradığını hissetti. Eliot’un erkek nefesi
kulağının hemen dibindeydi. Başı döner gibi oldu. Direnmedi. Yüreğini en derinden tatlı-tuhaf ve ürperti veren bir karıncalanma ve nedenini anlayamadığı masum bir telaş aldı. Kendisini
durgun-sessiz ve güvenli bir koyun sularına bırakıverdi. Fondaki piyanoda Glen Gold’un
sihirli parmakları siyah beyazlı tuşlarda Beethoven'un "Ay Işığı Sonatı'nın" notaları arasında inip kalkıyorlardı.
Balkonun karşısında sokak lambasının direğine tüneyen
bir puhu kuşu onları uzun süre sessizce gıpta ile izledi. Kendi yalnızlığı
ayyuka çıkınca da, kanatlanıp bir ağacın dalları arasında kayboldu. Parlayan gözlerinı karanlık kapladı. Yüreği daraldı.
Hışırdayan yaprakların arasında kabuğuna çekildi. Hayata küstü. Renk cümbüşü tüyleri soldu. Çok yalnızdı.
Çivisi çıkmış dünyada insan ilişkileri bu denli
“yağdan kıl çeker gibi” kolay da olabiliyordu. Her erkeğin ve elbette ki, aynı
zamanda her kadının zorluklardan arındırılmış ilişki kurma olarak
adlandırdıkları korkulu rüyası, böyle de görüle biliniyordu. Üç ayı geçen bir
zamandır, çayların sunumunu Eliot yapıyor, bulutlarda gezinen Esther'in düşmemesi için onun elini sımsıkı tutuyordu. Eliot'un ise otel aramak gibi bir derdi de
olmadı. Şimdilik sarmaş dolaş hayatlarının aşklarını yaşıyorlar ve tozpembe dünyada birlikte çok
mutluydular. Renksizliğin yerini tarifi olmayan "Esther ve Eliot karışımıtrak" bir renklilik aldı. Darısı daha az mutlu ve renksiz olanlara olsun demeyi ve sizlerin de karışımınızdan meydana gelecek güzelim romantizm rengini en kısa zamanda oluşturmanızı, tembihlemeyi de unutmuyorlar.
Bu şehirde ikamet etmek bir ayrıcalıktır. Çoğu insana göre; Amsterdam, AŞK'ın başkentidir.
Bu şehirde ikamet etmek bir ayrıcalıktır. Çoğu insana göre; Amsterdam, AŞK'ın başkentidir.
Amsterdam, 20 Temmuz 2018