TÜYLER
"EĞER
..........................................................................
Belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla,
Öylesine delice bakmasalardı eğer.
"EĞER
..........................................................................
Belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla,
Öylesine delice bakmasalardı eğer.
Çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı belki de
Kalp, göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi eğer.
Yerini başka şeyler alabilirdi uzun gece sohbetlerinin,
Son sigara yudum yudum paylaşılmasaydı eğer.
Düşlere bile kar yağmazdı hiçbir zaman,
Meydan savaşlarında korkular, aşkı ağır yaralamasaydı eğer.
C. Yücel"
Meltem Hanım uzun zamandır vakit ayırıp
ağız tadıyla bir film izleyememişti. Çok istediği halde yoğunluktan bu isteğini
bunca süre ihmal etmiş olmanın huzursuzluğu ile kıvranadururken, en nihayetinde
beklediği o anı yakaladı. Salon masasındaki muma bir kızıl alev iliştirerek
başladı işe. Kadehini “rengi fena kırmızı şarabın” buketini loş ışıklı oturma
odasına buram buram saçarak doldurdu. Eşi Melih Bey iş toplantısından dolayı
eve geç vakit gelecekti. Bir kase mısırı "patır patır" patlatıp koltuğuna
kuruldu.
Patrick Shanley’nin
yönetmenlğini yaptığı “Şüphe” adlı filmin baş oyuncularından gizemli yüzüne
hayran olduğu Marly Streep ve aynı zamanda Philip Seymour Hoffman yer
almaktaydı. Bugüne değin Marly Streep'in pek çok filmini seyretmişti. Her
filmin ayrı bir tadı vardı. Benim Afrikam, Jullia & Jullia, Saatler, Hayat
savunmaya değer, Yasak ilişki, Sophi’nin seçimi, Tersyüz ve diğerleri. Marly
Streep bu filmde de sanatının ustalığını hakkıyla ortaya koyuyordu. Hayran
kalmamak elde değildi.
Film kareleri Meltem
Hanımın boncuk mavisi gözlerinin önünde hızla art arda ilerleyedururken,
sahnelerin birinde; yaşlı bir rahip kilisesinde ayin veriyordu. Balık istifi
dolu kilisede, düzgün giyimli insanlar can kulağı ile rahibi dinliyorlardı.
Rahip ilginç temalı ayininde bir o kadar ilginç olan bir hikâye anlatıyordu.
Hikâyenin konusu insanların yüreklerini adeta cam kırıkları ile doldurup
yaralayan, yok yere karalayan yersiz dedikodularla ilgiliydi.
Yaşlı rahip Pazar
ayininde ibretlik hikâyesinin anlatımını aynen şöyle sürdürüyor.
‘Kadının biri aslında çok
da iyi tanımadığı bir kadın hakkında olmadık dedikodular yapmış. Fakat dedikodu
yaptığı günün gecesinde kâbus gibi bir rüya görür. Başının tam üstünde bir el
görür. Bu kocaman el dedikodu yapan kadını gösteriyormuş. Kadın gördüğü rüyanın
etkisi ile büyük bir suçluluk duygusuna kapılmış.
Uyanır uyanmaz günah
çıkartmak üzere evinin yakınındaki kilisede soluğu almış. Kilisenin yaşlı
rahibine gördüğü rüyayı bir bir anlatmış. Yaşlı Rahibe medet umarcasına sormuş.
"Söyleyin ne olur,
dedikodu yapmak günah mı? Beni gösteren o kocaman el, acaba Tanrı’nın eli
miydi? Özür dilemem gerekiyor mu? Günah işledim mi?"
Yaşlı rahip usulca kadına
dönmüş.
"Cahil kadın. Sen ne
yaptığının farkında değil misin? Bir insanı yok yere nasıl böyle
karalayabilirsin? İnsanlar onun hakkında yersiz yere neler düşünür ve bu insan
bütün bu olup bitenden nasıl etkilenir göremiyor musun? Bu yaptığından bana
kalırsa çok utanmalısın."
Kadın rahibe üzüntülü
gözlerle bakıp, affedilmesini dilemiş. Lakin rahip aman dilememiş.
"Bu iş o kadar da
basit değil. Senden istediğim önce evine gitmendir. Evinde bulunan yastıklardan
birini al ve evinin çatı katına çık. Bir bıçak yardımı ile yastığı kes ve sonrasında
da tekrar bana gel."
Kadın denileni aynen
yapmış. Büyük bir şaşkınlıkla soluğu yaşlı rahibin yanında almış.
Rahip;
"Dediklerimi aynen
yaptın mı?" diye sormuş.
"Evet, aynen
dediğiniz gibi yaptım."
"Peki, ne oldu? Ne
gördün?"
"Şey… Sadece
tüyler."
"Hımm… Tüyler..."
diye alaylı yinelemiş rahip.
"Gözünün
alabildiğine her yere tüyler uçuştu." diye konuşmasını sürdürmüş günahkâr
kadın.
Rahip;
"Şimdi tekrar eve
gitmeni ve esen rüzgârla birlikte uçuşan bütün tüyleri, senden tek tek
toplamanı istiyorum."
"Ama benden imkânı olmayan bir şey istiyorsunuz.
Rüzgâr savurduğu gibi bütün tüyleri alıp dünyanın dört bir yanına götürdü.
Hepsi kayboldu."
Rahip bunun üzerine
kadına yeniden dönüp;
"İşte tam da demek
istediğim bu. Dedikodu da aynen bu uçuşan tüyler gibidir."
Rahibin hikâyesi burada
son buldu. Ardından Marly Streep bütün gizemli güzelliği ile film karelerinde
yer alarak devam etti.
Meltem Hanım filmin
sonunda, Marly Streep’e ve Oscar koleksiyoncusu bu muhteşem kadının
oyunculuğuna bir kez daha hayran kaldı. Çok etkilenmiş olacak ki, o gece garip
bir rüya gördü. Rüyasında büyük bir asansörün jet hızıyla İstanbul’da bir
gökdelenin kırkıncı katının çatı bölümüne çıktı. En hafif bir yükseltide canını
alacakmış gibi, adeta bir yumruk olup boğazını tıkayan yükseklik fobisinden,
her nasıl olduysa eser yoktu. Korkusuzluğuna en çok da kendisi şaşakaldı. Bu
kocaman bir ilkti.
Rüyasında sırtında
kocaman bir torba vardı, Meltem Hanım'ın. İstediği yüksekliğe geldiği zaman
torbanın ağzını usulca açtı. Torba milyonlarca küçük kâğıt kırpıntıları ile
tıka basa doluydu. Kâğıtların üzerinde sağlık, huzur, barış, sevgi, şefkat,
kardeşlik, insanlık, vicdan, adalet, hukuk, güzellik, hoşgörü, eşitlik ve
insanlığın her geçen daha çok ardında bıraktığı değerler binlerce kez büyük
harflerle yazılıydı. Torbanın içindekileri usulca binadan aşağı doğru savurdu.
İnsan olmanın gerekliliklerinin yazıldığı kâğıtlar, rahibin sözünü ettiği
tüyler misali bütün dünyanın en ücra köşelerine doğru birer kuş olup uçuştular.
Sabah güneşinin bakir
ışıkları ile uykusu hafifledi. Burnuna kahve kokuları geliyordu. Elinde kahve
fincanı ile bekleyen eşi Melih Bey, uykusunda gülümsemelerle mutluluk saçan
Meltem Hanımın uyanmasını sabırsızlıkla bekliyordu. Melih Beyin tatlı öpücüğünü
hazzı yerini acımtırak kahveye bıraktı. Arka fonda klasik müziğin sihirli
melodileri bu huzur dolu birlikteliğini bütünlüyordu!
Amsterdam, 02 Haziran 2018