GÜZEL BİR FİLMİN ARDINDAN
“KELEBEK VE DALGIÇ”
Kelebek ve Dalgıç.
Fransız gazeteci, yazar ve Elle dergisinin editörü Jean-Dominique Buby’nin
milyonlar satan kitabının adı. Yazar, eserinde dünyanın en ilginç ve bir o kadar da dramatik olan kendi yaşam öyküsünü anlatıyor. Kitap daha sonraları yönetmen Julian Schnabel tarafından çok başarılı bir şekilde filme
uyarlanır ve 2007 yılında Cannes Film Festivali’nde en iyi yönetmen ödülüne
layık görülür.
Kitabı okuma şansım buğüne değin ne
yazık ki olmadı, ama filmi izledikten sonra az sarsılmadım değil. Bu denli uzun süre
etkisi altında kalınca da bu muhteşem yapıt hakkında bie şeyler yazmak ve naçizane duygularımı paylaşmak istedim. Umarım yine naçizane olarak adlandıracağım anlatımımın
ardından, bu satırları okuyanlar da biraz olsun etkilenir ve bu güzelim filmi izlemek için
fırsat kollar.
Filmi anlatmaya kendimi
kaptırıp bilinen bir fıkradaki gibi; katilin şoför olduğunu ümit ederim ki, ağzımdan
kaçırmam. Yeri gelmişken konudan fazla da uzaklaşmadan, fıkrayı anlatmamak olmaz.
Kasabanın
birinde dedektif filmleri tutkunu bir adam varmış. Adam hangi sinemaya bir dedektif
filmi gelse, soluğu anında o sinema gişesinin önünde alırmış. Günlerden bir
gün bulunduğu kasabaya da çok ünlü bir dedektif filmi gelir. Adamcağız hemen
koşa koşa sinemaya gider. Lakin biraz geç kalmıştır. Sinemaya gittiğinde,
neredeyse bütün biletler satılmıştır. Anlaşılan dedektif filmlerinin bir tek
müptelası kendisi değildir. Zor bela bir bilet bulur ve sinema salonunun
karanlığına dalar. Hemen teşrifatçıyı bulup kendisinin dedektif filmlerinin
hastası olduğunu ve yalvar yakar ön sıralardan kendisine bir yer bulmasını rica
eder. Teşrifatçı şans eseri önlerden bir yer bulur ve adamı koltuğa oturtur ve
ardından da bahşiş için elini uzatır. Adam araya taraya cebinin
derinliklerinden parmaklarını örümceğe kaptırmadan ortası delikli bir 25 kuruş
çıkarıp teşrifatçının avucuna koyar. Bahşişe bakan teşrifatçı bu kadar küçük
bir bahşiş karşısında çok bozulur ve adamın kulağına fısıldar.
“Abi sana bir şey söyleyeyim
mi? Katil şoför.” der.
Korkuya kapılmayın. Katilin şoför olduğunu
söyleyecek kadar acımasız olmayacağım, sizlerden alacağım bahşiş az olsa bile.
Kitabın yazarı
Jean-Dominique Bauby 1995 yılının soğuk bir kış gününde, arabası ile on yaşlarındaki
oğlunu da yanına alıp bir yere doğru giderken, geçirdiği ani bir beyin kanaması
ile uzun süreli bir komaya girer. Yaklaşık üç hafta sonra çıktığı komadan tıp dilinde “lockked-in syndrome" olarak bilinen
tanının ardından, vücudun bütün işlevlerini ve fonksiyonlarını yitirdiği görülür.
Bir tek sol gözünü kırpabilmektedir ve bundan sonrasında çevresindeki
insanlarla iletişimini yılmadan hayati öneme haiz bu organı ile sağlar.
Yazar Bauby kendisi ile iletişim kurmak adına geliştirilen
bir yöntem sayesinde, sol gözünü kullanarak yüzlerce sayfa metni yardımcılarına dikte
ettirir.
Geliştirilen yöntem çok
ilginçtir. Yardımcısı her gün hastaneye gelir, Fransızca dilindeki harfleri
kullanım sıklığına göre tek tek sıralayıp söyler ve yazar Bauby söylemek
istediği kelimede yer alan harf okunduğu zaman gözünü kırpar. Büyük bir sabır
ve azmin ardından yazarın hayatını anlatan biyografik kitap hazırdır. Kitap
dünyada büyük bir yankı uyandırır ve bu unutulmaz kitaptan yapılan uyarlamadan
da muhteşem bir film yapılır. Ne yazıktır ki yazar Bauby kitabın
yayınlanmasından çok kısa bir süre sonra hayata veda eder.
Kullanım sırasına göre en
çok kullanılan harfler E, L, A, O, I, N, S ve D harfleridir ve her kelimenin
oluşturulması yaklaşık iki dakikayı alır. Filmin yönetmen koltuğunda rahat
rahat oturmayı hak eden yapımcı Julian Scnabel’dir. Oyuncu kadrosunda; Mathieu
Amalric, Emmanuelle Seigner ve Marie-Josee Croze yer alır.
Baştan sona insanda büyük
hayranlık uyandıran fimin ilk yarım saatlik kısmında ana karekter yazar Bauby’i
göremiyorsunuz ve merakla oyuncuyu görmek için sabırsızlanıyorsunuz. Usta yönetmen
ana karakteri hemen ifşa etmek yerine filme seyircinin onun gözünden bakmasını
yeğler. Film insanı adeta büyüleyen repliklerle devam eder. Örneğin: İçinde
bulunduğu durumu aynen şöyle betimler.
"Uzaklaşıyorum...
Yavaş, fakat emin bir şekilde. Tıpkı bir denizcinin demir aldığı kıyıdan
uzaklaşması gibi geçmişimden uzaklaştığımı hissediyorum... Eski hayatım hâlâ
içimde alev alev yansa da, yavaş yavaş anıların küllere dönüştüğünü
biliyorum..."
Geçirdiği talihsiz kazadan sonra kendisini sürekli bir dalgıç elbisesi içinde hapis gibi hisseden Bauby bu
durumu da aynen şu dizelerle ifade eder.
“Acaba bu evrende beni bu
dalgıç hücresinden kurtaracak bir anahtar var mıdır? Ya da son durağı olmayan
bir metro? Peki, özgürlüğümü geri satın alabileceğim bir para?”
Kendisini zaman zaman
alaya aldığında da şu soruyu sorar.
“Bir kurbağaya
dönüştürülmeyi dileseydim ne olurdu acaba?”
Ve devamla ruh halini
ortaya koyar:
“Duygulanmaya, sevmeye ve
sevilmeye nefes almak kadar ihtiyacım var. Yine de tetikte olmak ve ılık bir
teslimiyete kapılmamak için bir parça hiddet, bir parça nefret barındırıyorum
içimde, ne az ne çok; tıpkı bir düdüklü tencerenin patlamasını önleyen supap
gibi.”
Yorgundur ve vücudu
bütünü ile işlevsizdir.
“Özgürlükle aramda sadece
bir kapı varsa bile, onu açmaya gücüm yok.”
İnsanı büyüleyen film boyunca, adeta sağlam naylon bir ipe itina ile bir incigerdanlık misali dizilen diğer replik de aynen Şöyledir:
“Entelektüel
potansiyelimin bir hıyarınkinden daha yüksek olduğunu kanıtlamak için yalnızca
kendimden medet umabilirim.”
Kendisini alaya almaya
devamla kapanıp açılan sol gözü bir diğer cümleyi dikte ettirir.
“Yirmi haftada 30 kilo
kaybettim. Kazadan sekiz gün önce sıradan bir rejime başladığımda böyle bir
sonuç beklemiyordum.”
Ders veren bir üslupla:
“Haftalarca bir konu
üzerinde çalışırsınız, işinin ehli kişilerin elinden defalarca geçer ve on beş
günlük bir stajyerin bile fark edebileceği bir hatayı kimse görmez.”
Mutluluğu kimi zaman
öylesine küçük bir noktaya takılır ki:
“Şimdilik, şu ağzımda
sürekli biriken tükürüğü yutabilsem dünyanın en mutlu insanı olabilirdim.”
Kendisinin deyimi ile bir
dalgıç elbisesi içinde bir hapis de olsa, bu hayata oynatabildiği tek sol gözü
ile tutunur ve her türlü fonksiyonu yerine getirebilen kusursuz bedenlere sahip
milyonlarca insanın yapamadığını yapar, böylesi bir kitaba imza atar.
Yaşlı babası da onun
kadar biçaredir. Oğlunu görememesi, nasıl ve ne halde olduğuna tanıklık edememesi onu kahreder.
“Zaman zaman bana telefon
ediyor babam ve yardımcı bir elin kulağıma yerleştirdiği ahizeden, onun
titreyen, sıcak sesini duyabiliyorum. Cevap vermeyeceğini çok iyi bildiğiniz
oğlunuzla konuşmak, kolay olmasa gerek.”
Bu ve buna benzer daha
her cümlesi hafızalarda yer edecek olan muhteşem bir kitap ve güzelim yavrusu film.
Umarım bakla ağzımda yeterince
ıslanmıştır. O halde yine de size bir şey söyleyeyim mi?
“Katil şoför değil.
Hizmetçi. Yok… Yok. Şaka… şaka… Katil falan yok. Ne güzel, dünyayı kan
deryasına çeviren ve diz boyunu aşan ölmek öldürmek de yok. Bir karıncaya dahi zarar vermek yok. Muhteşem güzellikte, sizi hayata daha çok tutunmaya davet eden, seyredilmeye değer, büyüleneceğiniz bir film var. İyi seyirler.”
Amsterdam, 15 Ekim 2020