31 Ağustos 2010 Salı

KAMAN

KAMAN
Okuduğum makalede, Japon arkeologlarının yaptığı kazılar ve incelemeler sonucu; pek çok medeniyetten geriye kalan zengin bulguların ışığında, doğup büyüdüğüm köyün çok yakınında bulunan Kırşehir ilinin Kaman ilçesinin, dünyanın merkezi olduğu gibi yerinde bir iddia ile ilgiliydi. Bu ilçe günümüze değin pek çok medeniyete; örneğin Hititler, Frigler, Asurlular, Persler, Roma ve Bizanslılara ev sahipliği yapmış, tarihi zenginliği ile bilinen bir yerleşim yeri, Heredot Baba’nın da başlıca ilgi alanıdır.
Kaman gerçekte söylenildiği gibi dünyanın merkezi konumunda bir yerdir. İç Anadolu’nun bozkırında gözlerini dünyaya açan bizlerin, o yörede, çevremizdeki en yakın şehir olduğu için zaten küçücük dünyamızın da doğal merkezi, odak noktası, bütün yolların geçtiği Roma’sıydı.
Yöremiz insanının Kaman ile ilgili anılarının ardı arkası gelmez. Gazetedeki bu yazı beni tüm benliğimle alıp çok gerilere götürdü, o zaman diliminde kalmak istedimse de bir saniyelikte olsa, bunda başarılı olamadım.
Köyümüzde hali vakti az buçuk da olsa yerinde olan herkes, her hafta Çarşamba günü Kaman’a akın ederdi. Bu hala günümüzde de süre gelen kronikleşmiş, köklü bir gelenek. Diyar köyleri adı şanı varlığı ve yokluğu belli olmayan ve birilerine Bala’lı olduğunu söylediğin zaman, hani insanların ablak ablak suratına bakıp ,"affedersiniz ama sözünü ettiğiniz şey yenilir mi yoksa içilir bir şey midir" gibi abes soruların sorulmasına ramak bıraktıran bir ilçe. Diyeceğim o ki; köylerimiz Bala’ya bağlı olduğu halde bizler var olan iletişimden dolayı olsa gerek, kendimizi belki bir Kaman’lıdan daha çok Kaman’lı gibi görürdük, ne de olsa dünyamızın merkeziydi.
Kaman bize dünyaya bulunduğumuz bozkırdan açılan, ilk hemde yeşilin tüm tonlarının hakim olduğu zümrütten bir pencereydi. Küçükken traktörlerin römorklarına binip Kaman’a doğru yol aldığımız zaman yirmi yirmi beş kilometre sonra bizdeki tekdüze bozkır yerini yavaş yavaş bir zümrüt yeşiline bırakırdı. Bu haliyle biz çocuklara yepyeni bir dünyaya açıldığımız intibasını verirdi. Şehre yaklaştıkça bu yeşillik hepten sökün edip, bozkırlı olduğumuzu göz ardı ederek acımasızca üstümüze üstümüze doğru gelir, çocuk gözlerimiz alışık olmadığı bu yeşilin güzelim tonlarından adeta rahatsız olurken, şehre yaklaştığımızda alışık olduğumuz tek katlı evlerin damların yerini, iki hatta üç dört katlı binalara bırakırdı ki, bu o zamanlar haliyle var olan çok güdük hayal gücümüzü allak bullak etmeye yetiyordu.
Ünlü ozan Dadaloğlu bu ilçenin yetiştirmiş olduğu halk kahramanı ozanlardandır. Dadaloğlunun mezarı da dünyanın en iyi cevizlerinin yetiştirildiği bu ilçededir. Kaman’lılar Dadaloğluna vefa borçlarını kentin ortasına büyükçe bir heykelini dikerek ödemeye çalışmışlar. Dadaloğlu hemşehrileri Kaman’lıların kulaklarına sanki şu mısralarını hala mırıldanır gibidir:
“Çıktım yücesine seyran eyledim.
Cebel önü çayır çimen görünür,
Bir firkat geldi de coştum ağladım.
Al yeşil bahçeli Kaman görünür.”
Kaman’a doğru traktörler (hava koşulları elverdiğinde) ve köy minibüslerine doluşup yola çıktığımızda, yol boyunca çeşitli köylerden geçerdik. Bu köyler sırası ile Bektaşlı (Rostıka), Dalkıranlar (Günde Heşiyer), Kuyular (Emera) gibi bizim yörede yer alan komşu köylerdi. Bu saydığım köylerin bizim köyümüz Büyük Camili’den (Camliye Mezin) hiç bir farkı yoktu. Dolayısıyla aynı kuraklık, aynı geri kalmışlık, aynı ekonomik ilişkiler, aynı ruh halline sahip siyam ikizi komşu köylerdi.
Yine bir Çarşamba günü babam, annem ve köyden pek çok kişi ile birlikte Kaman’a gitmek üzere yola çıkmıştık. Bizim yöre köylerini aşıp, Kaman köylerine doğru geldiğimizde sırası ile Hirfanlı, Benzer, Kızıközü ve digerköyler bir inci tanesi gibi art arda dizilivermişlerdi. Bu köylerden Kızıközü
adlı köy; o zamanlar bizim yörede belalı bir köy olarak bilinirdi. Bir kısım gençleri, hani genelleme yapmadan diyeceğim, çevre köylere kıyasla daha suça yatkındılar.Köyün adı Kızıközü olduğu halde bizim köylüler, bu nedenle köyü Kızılözlü diyeadlandırırlardı.
Yıllar sonra akıl edip köyün tabelasına baktığımda yanlışlığı nihayetgörmüş ve bunu bizim köylülerin, bu köy hakkında zaten var olanön yargılarının etkisiyle ve edindikleri olumsuz intibadan dolayı karalama
gayesi ile kasten böyle söyledikleri kanısına vardım. Traktörle KızıközüKöyünü tam geçmiştik ki, yolda yürümekte olan tahminen on yedi on sekizyaşlarındaki bir genç koşa koşa gelip römorkun basamaklarına basarakrömorkun içine insanlara doğru eğilerek ve kadınlardan birisini hedef
alarak aniden:
“Teyze senin ağzına sıçım mı?” diye bağırdı. Köylüler haliyle dona
kalırken, dilleri tutulmuşcasına ne diyeceklerini şaşırdılar. Hani adeta gafil avlanmış gibi oldular.
Fakat bu sırada kur’ası zaman açısından epeyce gerilere dayanan bir kadın da ona doğru yavrularını koruyan bir şahin gibi hışımla atılıp:
“Buradaki tüm insanlar da senin ağzına sıçsın mı?”diye bağırınca traktörün römorkundan, frekansı hayli yüksek kahkahalar yükseldi. Bu köye her ne zaman gelsek, köylülerimiz kendilerini bir olağan üstü hal
bölgesine gelmiş gibi huzursuz ve ikircikli hissederlerdi. Bu köyün bizimdiyarda bilinen en ünlü siması namı diyar Kızılözlü’lü C....’dı. Bu adamın bir kaç yıl önce öldüğünü söylediler. Gelenektendir, ölünün arkasından kötü konuşulmaz, fakat yine deRahmetlinin maharetlerine bakacak olursak, adamın silah kaçakçılığı,
faizle para verip ticaret yaptığı söylenirdi ki, faize para vermek bizim orada o zamanlar adam öldürmekten bile daha kötü karşılanırdı. Şimdilerde ise bu bizim köylerde artık çok doğal olarak yapılan ve vazgeçilemeyen bir
ticaret usulü. Kaman’ın meşhur Çarşamba pazarına bizim köylüler satmak üzere geneldeyağsız peynirlerini götürüp, yağlı diye bu pazarda satarlar, Kızıköz'lü C....’e faize para verdiği için kem gözlerle bakan köylülerim, yağsız peynirlerinin getirisi ile de sebze, meyve, kendilerine üst baş ve evlerinin
diğer ihtiyaçlarını karşılarlar, yağsız kurtlu peynirlerini büyük bir üç
kağıtçılığa kaçarak, meşhur Paşa Dağı Yaylası’nın tam yağlı peyniri diye
satarlardı.
Yukarıda değindiğim maceraya benzer bin bir olayı geride bırakıp, insanın yüreğini ferahlatan yeşilliklere dalıp, Kaman’a geldiğimizde gidilen ilk adres Cumhuriyet Caddesi’nde camiyi geçtikten yüz metre sonra dükkanı
bulunan Talip’in yeriydi. Köylüler bu iyi insanı Manifaturacı Talipolarak tanır, her türlü maddi manevi veya resmi bir işleri olduğunda Manifaturacı Talip’i bulur, ondan yardım isterlerdi. Manifaturacı Talip
tüm köylülerin dostu arkadaşı ve aynı zamanda onların arzu halcısıydı. Manifaturacı Talip’in çok daha önemli bir misyonu vardı ki, oda o sıralar köylere postacı gelmediğinden, köylülerin onun dükkanını posta adresi
olarak kullanmalarıydı. Tüm köylere mektuplardaki acı tatlı haberler Manifaturacı Talip’in vasıtası ile yayılırdı. O zamanlar mektuplara adresler kargacık burgacık el yazıları ile aynen şöyle yazılırdı:
Sayın Bay: Haydar Yılmaz
Manifaturacı Talip eliyle
Cumhuriyet Caddesi
Kaman / Kırşehir
Manifaturacı Talip bununla da yetinmez maddi durumları elvermediğinden ceplerinde akreple gezen, o gün işi çıkmış köye gidemeyen köylülerimizi otel parası vermemeleri için, alır evine götürür ve o gün onları misafir ederdi. Tüm köylüleri lakapları ile tanır, herkese aynı mütevazilikte yaklaşıp, onlarla ilgilenir, kendisi ile herhangi ticari bir ilişkisi olsun veya olmasın
onlara mutlaka bir çay veya o zamanlar çok revaçta olan “elvan gazozunu” ısmarlar, yaz sıcağında onların susuzluklarını giderip, serinlemelerini sağlar, onları kırk metre karelik küçük dükkanında en güzel bir biçimde ağırlar, onlara elinden gelen tüm yardımını hızır misali esirgemezdi. Bir keresinde, doğrusunu söylemek gerekirse babamın cebinde de akrepler pek
eksik olmadığından, (ama aynı zamanda babamla kendisi gerçekten iyi arkadaştılar, babam olduğu için biraz savunayım dedim) Talip Amcanın evine misafir olmuş çok hürmet görmüş ve tadını hala unutamadığım bol sebzeli(Günümüzde bu sebzelere biyolojik sebze denir oldu, çünkü dünyamızda var olan orijinallik yerini Çin veya Türk üretimi mallarında olan kalitesizliğe benzer bir sahteciliğe bıraktı) güzel yemekler yemiştik. Bu insanın bizim yöre insanı üzerindeki emeği oldukça fazlaydı. Yüzlerce, binlerce insana yardım etmeye çalışan sıradan bir tüccardı.
                                Manifaturaci Talip Amca ile...

Yıllar sonra tahminen 2002 yılının yazında yine nostaljik takılıp, Kaman’a gittiğimde hala aynı dükkanında ticaret yapan, bu değerli insana Talip Amca’ya uğrayıp, hal hatır sordum. Fakat Talip Amca rengarenk binlerce metrelik kumaşlarını indirip, manifaturacılık yerine, koltuğunun arkasına iki metre boyunda tipik bir çelik para kasa yerleştirerek, daha bir ileri ticaret safhası olan kuyumculuk mesleğini icra eder olmuştu. Kendimi tanıtıp, kısaca sohbetin ardından, çok geçmeden bize sunulan çaylarımızı yudumlarken benden epeyce uzun olan para kasasını arka cephede tutup, birlikte bir fotoğraf çektirdik. O fotoğrafı hala özenle müzelikmişçesine saklamaya çalışıyorum. En son 2005 yılında yine Kaman’a gittiğimde kendisini görmek istediğimde koltuğunda genç birisinin oturduğunu gördüm. Talip Amca´yı sorduğumda kendisinin oğlu olduğunu, babasının bir yıl önce vefat ettiğini söylediğinde gözlerimin bu insan için buğulanmamasına engel olamamıştım.
Kaman bende şehir bağlamında bir ilk göz ağrısı gibiydi. Gider gitmez tüm sokaklarına dalar, yeni bir kıtayı keşfetmeye çalışan korsanlar gibi, şehri daha önce hiç görmemişçesine yeniden keşfe girişir, tüm sokakları didik didik eder, o bölgeye has orijinal nitelikteki verileri bulmaya çalışırdım. Belki Japon arkeologlarının bulgularına rastlayamazdım ama oralarda yinede değer bakımından onlardan hiçte geri kalmayan efsanevi sanatçılar olan Muharrem Ertaş, Neşet Ertaş, Çekiç Ali ve diğer değerlerin izlerini görür gibi olurdum. Dolayısı ile Kaman Japon arkeologlarının belirlediği gibi dünyanın merkeziydi, ama aynı zamanda benimde merkezim ve şehirliliğe doğru açılan ilk penceremdi. Bu nostaljik pencereye daha sonraları pek çok yeni pencere eklemeye çalıştıysam da, şu an itibariyle ulaşmış olduğumuz zaman kavramında, sanıyorum ağzımızdaki tadın ne yazıktır ki eskisinden çok daha farklı bir tad olduğu konusunda tereddütlere kapılmamak elde değil.

Amsterdam, 24 Nisan 2006 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KORKU

      KORKU   “Elimde değil Olric! Ne efendimiz? Elleri Olric elleri…”   Oğuz Atay - Tutunamayanlar   Fırtınalı bir denizin da...