31 Ağustos 2010 Salı

OY HEWAL OY

OY HEWAL OY

Ruşen her sabah olduğu gibi, o gün de saat on sıralarında uyandı. Her zaman olduğu gibi, yine gözlerini Amsterdam’da çatı katındaki odasında tavana dikti. Tavanı uzun uzadıya sanki değişik bir şey varmış gibi seyredip, kendisine gelirken, akşamki yorgunluğunu üzerinden atmış olduğu duygusuyla, hafiflediğini hissetti.
Bütün canlılar için yeni bir gün başladı. Yeniden işe hazırlık ve kan ter içinde kalacağı bir iş günü tüm acımasızlığı ile kendisini bekliyordu. Ayaklarını uzandığı yerde birleştirip, yatağından inmeye çalışırken, o sabahta karşısında duran boy aynasında kendisini görüp istem dışı irkiliverdi. Bu da kim yahu dercesine bir şaşkınlıklatan sonra, özel olarak boy aynasının üst tarafına yapıştırmış olduğu kral tacının altına kafası gelecek şekilde durdu. Şimdi taç tam kafasının üzerideymiş gibi durduğundan kendisini sekiz metrekarelik çatı katındaki odasında güçlü bir kral gibi hissetti. Aynada kendisine doğru bir el hareketi yapıp eğilerek selam verirken;  
“Majesteleri bu günümüzü de gün edeceğiz, her şey yolunda gidecek ve elbette her şey iyi olacak.” deyip kendi kendisini teselli etti.
Bir müddet sonra tekrar yatağına ilişip, yatağının kenarına oturdu ve kendisini derin düşüncelere dalmaktan alıkoyamadı. Hayat denilen uğraş elinde olmadan su gibi akıyordu. Amsterdam’a geleli sekiz yıl olmasına rağmen, sanki sekiz ay önce gelmiş gibi geliyordu kendisine. Kaçak yollardan bin bir güçlükle ve sahte belgelerle Amsterdam’a ayak bastığında saat akşamın on birini gösteriyordu. Trenden hemen inip, bir kaç parça elbisesini sıkıştırdığı çantasını alıp, hızlı adımlarla tren garının uğultulu bir gürültü ile üst üste anonsların yapıldığı o karmaşık ortamında kendisini buldu.
Nereye gideceğini, ne yapacağını kestiremiyordu. En iyisi bu günlük ucuz bir otel odasına kapağı atıp, yarında erkenden bir Kürt derneğine gidip, onların yardımları ile bir an evvel iltica etmekti.
Henüz on beş yirmi adım atmıştı ki , kulağına çok iyi bildiği Kürtçeyi konuşan iki Kürdün konuşması geldi. Bu hiç beklemediği tesadüfle birlikte yüzüne büyük bir mutluluk yayıldı. O coşkuyla hemen onların yanına varıp; 
“Hewal şew baş.” dedi. Onlar da gecenin bu saatinde kürtçe konuşabilecek birilerinin burada olmasının şaşkınlığı ile:
“Şew baş hewal.” dediler.
Ruşen hemen lafa girip, kendisini tanıttı. Trenden yeni indiğini, ne yapması gerektiğini, yatacak yerinin olmadığını, dil bilmediğini, en azından kendilerinin kendisine bu günlük kalabileceği bir otel odası bulup bulamayacağı konusunda yardımcı olmasını istedi. Kürtlerden biri hemen öne atılarak,  
"Hewal otele niye gideceksin, biz ne güne duruyoruz burada, bu saatte otel odalarında ne işin var, istersen benim oraya gideriz, bende misafir olursun." dedi. Ruşen’in yüzüne yayılan biraz önceki mutluluk bir anda ikiye katladı. Duygularının yoğunluğu ile yeni arkadaşını kendisini tutamayarak, kucaklayıp, bir güzel sarıldı. İşler daha ilk adımda umduğundan da daha iyi gidiyordu.
Diğer Kürtle hemen vedalaşıp, bu yeni arkadaşının evinin yolunu tuttular. Bir süre sonra yeni arkadaşı yorulduysa çantasını kendisini taşıyabileceğini söyledi.
Ruşen büyük bir mahcubiyetle birazcık direndiyse de çantayı arkadaşının eline tutuşturdu. Ruşen yol boyu loş ışıklı sokaklara büyük bir hayranlıkla baka dururken, bir yandan da tüm sokakların bu denli birbirlerine benzemesine şaşarak, yılan misali kıvrılıp ardarda gelen kanallara bakıyor, bir yandanda arkadaşının söylediklerini can kulağı ile dinliyordu. Arkadaşı kendisinin bundan yaklaşık altı ay önce geldiğini, şu an bir iltica kampında kaldığını, ilticanın çok zor bir işlem olmasına rağmen kendisinin iyi bir ifade vererek mahkemeden olumlu bir yanıt aldığını , kısa bir süre sonrada oturum alabileceğini, bu arada iltica konusunda da kendisine her konuda yardımcı olabileceğini anlatıyordu.
Uzunca bir yürüyüşten sonra Amsterdam’in kenar mahallelerinden birinin dar bir sokağında demir parmaklıklı bir binanın önüne geldiler. Kapıdaki bekçi yerinde uyuyakaldığından onların demir kapıyı açıp, içeri dalmalarını şans eseri duymamıştı. Odaya geldiklerinde saat neredeyse gecenin yarısıydı. Arkadaşı Ruşen’e karnının aç olup olmadığını sordu. Ruşen tok olduğunu, ama bir bardak suya yok demeyeceğini söyledi. O da hemen plastik bir bardak alıp, çeşmeden Ruşen’e su doldururken, arkasına dönerek Ruşen’i bir güzel süzdü.
Ruşen’de ona bakıp, teşekkür edercesine gülümsedi. Su bardağını Ruşen’in eline tutuştururken, tek bir yatağının olduğunu onun için birlikte aynı yatakta yatmaları gerektiğini söyleyince, Ruşen’de:
“Biz hewalız, kardeşiz, tabii birlikte yatarız, yanlız şu var ki, gerçekten de seni rahatsız ettim. Sana ne kadar teşekkür etsem azdır, bu ilk zor günümde adeta hızır gibi imdadıma yetişip, elimden tuttun." Minnettarlığını nasıl dile getireceğini bilemedi. Daha sonra çantasından pijamalarını çıkarıp, arkasını dönerek, giydi. Yatağa uzanıp, arkadaşının da gelmesini bekledi. Ruşen’in yatağa girdiğini gören arkadaşı lambayı söndürüp, odaya doluşan zifiri karanlıkta elbiselerini çıkardı. Ruşen yatakta daha az yer kaplamak için yan yatıp, arkadaşına yer yapmaya çalıştı.
Arkadaşı yatağa gelince arkasını Ruşen’e dönüp, yatağa uzandı. Biraz sonra kıçını iyice Ruşen’e yanaştırarak, garip hareketler yapmaya başlayınca Ruşen birden ürktü. Yorganın altına doluşan insan vücudunun sıcaklığından ve çıplak teninin buğusundan ve kokusundan, Ruşen arkadaşının yatağa çıplak girdiğini anlamakta fazla gecikmedi. Tüm vücuduna bir kan basıncı yayıldı. Ne yapacağını, ne diyeceğini kestiremeden donakaldı. Arkadaşı Ruşen’in hareketsiz kaldığını görünce Ruşen’in sağ elinden tutup, çıplak bir şekilde Ruşen’in önünde itinayla mevzilendirdiği kıçına götürdü. Şehvet dolu bir iniltiyle:
“oy hewal oooy, aha wiramin pır diyeşi, pır diyeşi…. Oy hewal oooy, işte buram çok ağrıyor..,”
Ruşen büyük bir tiksinti duyarak, hışımla yataktan kalkıp, aceleyle elbiselerini giyerken, içinden küfürler savurarak, çantasını kapıp, kapıya doğru yöneldi. Arkadaşı yatağından çıplak bir şekilde fırlayıp, tüm bu olup bitenin ikisinin arasında kalması gerektiğini, aksi halde kendisi için çok kötü olacağını söyleyip, Ruşen’in ardından kapıyı ağız dolusu küfürler savurarak, hızla kapattı.
Yıllar sonra bir sabah vakti, Amsterdam’daki küçük çatı katındaki odasında sıkıntı içinde bir iki adım attıktan sonra, tüm bu olumsuz hatıralarından dolayı bozulan moralini düzeltmek üzere yeniden aynasının önüne geçip, kral tacının başının tam hizasına gelmesine itina göstererek, taç başının hizasına geldiğinde yeniden gülümseyip;
“Majesteleri hayat bu, delikanlı adamın başına her iş gelir, boş ver. O günler çok geride kaldı. Amsterdam kazan sen kepçe, kollasın Amsterdam’ın kızları kendilerini. Ruşen geliyor, Ruşeeenn” deyip, işine gitmek üzere kapıyı açıp, ağır adımlarla merdivenlerden inerken de, istemeyerek “hani hewaldık, hani kardeştik” demekten de kendisini alamadı.

Amsterdam, 30 Aralık 2007

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KORKU

      KORKU   “Elimde değil Olric! Ne efendimiz? Elleri Olric elleri…”   Oğuz Atay - Tutunamayanlar   Fırtınalı bir denizin da...